21. YÜZYIL KAPİTALİZMİ,
DEĞİŞEN KOŞULLARDA YENİ YAYILMA ALANLARI
AÇISINDAN
YEREL YÖNETİMLER ve
KAPİTALİZMİN GELECEĞİ
Marks'ın,
Komünist Manifesto'daki kapitalizme ilişkin övgüsü(!) gün geçtikçe
doğrulanıyor. İki yüz yıllık tarihi boyunca kapitalizm, şimdiye değin hiç bir
üretim biçiminin gösteremediği tarzda bir
gelişim ve etkileşim ortaya koymuş, ortaya çıkan olağanüstü durumlara
bile kısa sürede uyum sağlamış, krizleri kendi lehinde çözme gücünü göstermiştir.
Bu iki yüzyılın tarihi aslında krizlerin tarihidir. Krizler belirli
momentlerde, tarihsel gelişmesi içerisinde kapitalizmi farklı evrelerden
geçirmiştir. Farklı evre yada dönemler, kapitalizmin tarihi boyunca genişleyen
üretim matrisini başkalaştırmış, farklı her dönem beraberinde toplumun
örgütlenmesine yönelik farklı gelişmeleri ortaya çıkarmıştır. Bildirinin amacı kapitalizmin dönemsel
özelliklerinin bir panoramasını çizmekten çok, globalleşme, küreselleşme, Yeni
Dünya Düzeni biçiminde özetlenen günümüz gelişmelerine vurgu yapmaktır.
Dolayısıyla kapitalist gelişmenin tarihsel süreci, bir arka plan çerçevesinde
aktarılmaya çalışılacaktır. Öte yandan bu tarihsel arka plan, bu gün
gündemimizi tamamıyla işgal eden, adına ister globalleşme, ister küreselleşme,
istersek başka bir ad verelim, sermayenin uluslar ötesi hale gelişine tanıklık
eden süreci algılamamızı ve anlamlandırmamızı kolaylaştırıcı bir işlevi bize
sunacaktır. Ayrıca 1975 sonrası dönemde
Fransız ihtilali ya da Ekim Devrimi kadar, önemli olduğu ileri sürebilecek bir
değişimin ipuçlarını da ortaya
çıkarmaktadır.
Bildiri
kısa bir tarihsel özetten sonra bu yeni
dönemin en önemli özelliği
olarak “Sürdürülebilir kalkınma” olarak
tanımlanan emperyal paradigmayı
ele almakta ve bu popüler yaklaşım ile MAİ (Çok taraflı Yatırım Anlaşması)
arasında bir bağ kurarak gelecek
yüzyılın kapitalist Anayasanın bu temel üzerinde özel olarak ulus
devletleri aşarak, yerel yönetimler üzerinden gerçekleşeceğini ileri
sürmektedir.
Bu
savı, 1992 Uruguay Roundu ile örgütlenen ve son 10 yılın en yaygın hukuksal
zeminleri olarak yerel yönetimler ölçeğine taşınmak istenen yerel gündem 21
çalışmaları ile yerel yönetim
anlayışlarının ne yönde değişebileceğinin ipuçlarını içeren uluslararası
yerel yönetim birliklerinin
toplantılarına dayanarak doğrulamaya
çalışmaktadır. Öte yandan bu gelişme yani 21.yüzyılın kapitalizmi hem
sermayenin uluslararasılaşma sürecinin
farklı aşamalarının temel özelliklerini
ortaya koymakta ve hem de yerel ölçekte
artık, uluslararası sermayenin iştahını
kabartacak nitelikteki projelere doğru ortaya çıkan oluşla, üçüncü
dünyanın, kaynaklarının ne derece yağma
altında olduğunu ortaya koymaya çalışmaktadır. Bildiri son bölümde Marksın bile
öngörüsünü aşan bir noktadan kendini
yeniden üretme *gücünü,
kendi küllerinden yaratan
sermayenin 21. Yüzyılda nasıl bir
karşı ideolojik hegemonya ile yerle bir
edilebileceğinin de ipuçlarını
araştırmayı ve başka bir dünyanın, başka bir Türkiye’nin mümkün olduğunu gösteren alanların neler
olabileceği konusunda fikri bir jimnastik yapmaya çalışmaktadır.
1.
KIasik Emperyalizm Dönemi (1875-1918 )
Kabaca kapitalist gelişmenin tarihsel evrelerini dört döneme ayırmak
olanaklıdır. Birinci dönemi 19.
yüzyılın son çeyreğinden, Birinci Dünya Savaşı'na kadar devam eden
tarihleri sınırlamak gereklidir. Buna
klasik emperyalizm dönemi denilmektedir. Bu dönem gelişmiş kapitalist ülkelerin, sömürge imparatorlukları kurdukları
dönemdir. Sömürge imparatorluklarının oluşumu
19.yüzyılın başları ile son çeyreği arasında palazlanan banka
sermayesinin, üretim kaynaklı sermaye
ile oligarşik bir öz oluşturduğu,
kapitalist gelişmenin ulusal sınırların dışında, dünyanın çeşitli hücrelerine sermaye birikimini
yaymaya başladıkları, yine klasik bir ifade ile finans kapitalin ortaya çıktığı
dönemdir. Dünya o günden bakıldığında, sömürgeleştiği, sömürge haline
getirilemeyen bölgelerin, yarı-sömürge konumuna ulaştığı, emperyalist
sermayeler arasında rekabetin yoğunlaştığı bir döneme tanıklık etmek durumunda
kalıyor. Emperyalist sermayeler arasındaki rekabet, Birinci Dünya Savaşı'nı
patlatmıştır. Gerçekte bu birinci dönemi 1918'e yani savaş sonuna dek uzatmak
olanaklıdır. Klasik emperyalizm dönemi olarak tanımlanan bu dönemin en önemli sonucu bize göre uluslar arası
büyük sermayelerin şirketleşerek, tekeller haline dönüşerek, sermaye birikimi sürecini
tüm dünya sathına yaymış olmalarıdır. Bu durum ve özellik bu gün hala değişmiş
değildir.
2.
Faşizm ve Sosyalizmin Etkisi Dönemi (1918-1945)
İkinci dönem için ise Birinci Dünya Savaşı
sonu ile İkinci Dünya savaşı sonu arasında kalan bölümdür. Bu yaklaşık otuz
beş yıllık süreç, dünyaya, dünya halklarına iki noktada çok öğretici olmuştur. Bunlardan ilki ekonomik kriz sonucu
ortaya çıkan yoğun işsizlik ve buna bağlı yoksulluk ise bir diğeri de faşizmdir. 1929 Büyük
Bunalımı, Amerika dahil dünyanın tüm hücrelerinde hissedilmiş, %30-40'lara
varan işsizlik, yoksullukla birleşerek, insanların intihar etmelerine, sokakta
kalmalarına yol açmıştır. Kapitalist dünyada bu süreç yaşanırken, 1917' de
Rusya' da gerçekleşen Ekim Devrimi,
kapitalist yönetici sınıflar açısından tam bir şok yaratmıştır. Sosyalizm,
yıllık ortalama % 12'lik büyüme gerçekleştirirken,
işsizliği ortadan kaldırmıştır . İnsanoğlun temel gereksinimleri olan eğitim, sağlık, emeklilik, konut, iş vb.
alanlarda kısa sürede elde edilen gelişmeler, kıta Avrupası’nın ve bu noktadaki
işçi mücadelelerini etkilemiştir. İki uygulama
arasındaki devasa farklar,
özellikle kıta Avrupa’sında, işçi hareketlerini yükseltmiş, bir yandan uğranılan şok, diğer yandan ekonomik kriz ve
gitgide gelişen işçi hareketi faşizmi doğurmuştur.
Kapitalizmin bu ikinci dönemindeki yoğun çelişik süreç, faşizmle
sonuçlanıyor olsa da, öncelikle Kıta Avrupa'sı özelinde çok önemli bir gelişmeye
de tanıklık ediyor. Bir ölçüde ikinci dönemin, İkinci Dünya Savaşı'ndan
çıkıştan, 1975'lere kadar geçen dönem olan üçüncü döneme ilişkin en önemli
mirası,:sosyal devlet yada diğer bir ifade ile refah devleti olgusudur. Hepimiz
biliyoruz ki, bu dönem aynı zamanda
yoğun bir kutuplaşmanın, bloklaşmanın ortaya çıkışı nedeniyle sıkça soğuk savaş dönemi olarak da adlandırılıyor.
3.Soğuk
Savaş ve Refah Devleti Dönemi ( 1945 - 1975)
1945
-1975 arasında geçen 30 yıllık dönem ise ortaya çıkan refah devleti olgusunun
arka planında ekonomik açıdan büyüme ve canlılık süreci ile politik istikrar
yer alıyor. Bu noktada soğuk savaş dönemindeki karşılıklı mevzilenme ve taktik
süreç beraberinde bir siyasal istikrar yaratmıştır. Bu dönemin ekonomik bir
canlılık ve politik istikrara dayalı olarak refah devletini yarattığını görmek
için dönemin temel özelliklerini değerlendirmekte yarar vardır. Kapitalizmin
geçmiş dönemlerinde rastlanmadığı ölçüde, bu dönemde devlet müdahalesi vardır.
Genelde tüm ülkelerde ithal ikamesine dayalı bir sanayileşme süreci
yaşanmıştır. Bu daha çok az gelişmiş yada gelişmekte olan ülkelerde ortaya
çıkan bir özellik iken, gelişmiş ülkelerde toplam talebin devlet harcamalarının denetimi yoluyla kontrolünü öngören
Keynesyen bir süreç egemen olmuştur. Bu
dönemin en önemli özelliği aktif bir devlet yapısı ve devlet müdahalesi olarak karşımıza çıkıyor.
Savaş sonrası kutuplaşan dünyadaki bu süreç,
geleneksel güvenlik ve hazırlıklı olma politikası çerçevesinde
tarafların birbirlerini gözlemeleri ve savaş
olasılıkları nedeniyle üretim alanında da sürekli genişleyen bir devlet
örgütlülüğünü ortaya çıkarıyor. Bu üç temel olgunun belki de olağan ve
kendiliğinden sayılabilecek sonucu ise refah devleti olmuştur. İnsanoğlunun
temel gereksinimleri; eğitim, sağlık, konut, emeklilik ve güvenlik olarak basitçe sıralanabilir. Bunlar aynı
zamanda toplumsal gereksinimlerdir.
Refah devleti kavramı, bu temel toplumsal, gereksinimleri sağlamak durumunda
hatta zorunda kalması bizce motor refleks olarak tanımlamalıdır ve bu durum
soğuk savaşın doğrudan sonucu olarak gelişmiştir. 1970'lerde önceleri petrol
krizi olarak adlandırılan, ancak giderek genişleyerek genelleşen bir kriz
dönemine giriliyor. Orta ve uzun vadeli analizlerde, ortalama kar oranları düşüyor. Kapitalizmin anarşist ve çelişik
özü, yani sermayenin sürekli genişleyip,büyüyerek kar etmesi ve karını yeniden
sermayeye katarak kendini yeniden üretmesi zorunluluğu, refah devleti olgusunun sonunun başlangıcı oluyor.
4.
Yeni Dünya Düzeni,Küreselleşme,Globalleşme ve Sürdürülebilir Kalkınma
(1975-2005)
Tabi burada unutmamak gereken bir kaç olgu;
vardır ki, günümüzde yaşanan ve son dönem olarak adlandırabileceğimiz dönemin
tetikleyici gücü oluyor. Bunlardan ilki 1945-1975 döneminde ortaya çıkan ve çok
önemli atılımlar yapan teknolojik gelişmedir. Bu dönemde, insanoğlunun
geleceğini etkileyen çok önemli teknolojik gelişmelere tanık olduk. Bu
teknolojik atılım, salt laboratuar düzeyinde ortaya çıkmış bir gelişme olarak
kalmamış, tüketime sunulan, insanoğlunun gereksinimlerini karşılama
yeterliliğine sahip olan tarzda olmuştur. İletişimden,ulaşıma, bilgisayar
teknolojisinden, otomotiv teknolojisine, uzay çalışmalarından, tıbbi
teknolojiye dek bir çok gelişmeyi biliyoruz. İkinci önemli olgu ise Çok Uluslu
Şirketlerin (ÇUŞ) söz konusu dönemde olağanüstü bir gelişme göstermiş
olmalarıdır. O kadar ki ÇUŞ'ler dünya üzerinde onu kaplayan bir örümcek ağı
oluşturuyor ve dünya üretimini daha organize hale getiriyor. Bu aynı zamanda
üretimin daha fazla miktarda uluslararasılaşması anlamına geliyor. ÇUŞ'ler daha
çok sayıda ülkede yatırım yapıyor, dünya ölçeğinde dolaşan üretim sermayesi
miktarı artıyor. Diğer önemli bir olgu ise dünya çapında bütünleşen moda
deyimle söylersek globalleşen, küreselleşen bir finansal patlama yaşanıyor.
Uluslararası para, finansman argümanı transferi, bilgisayar ve iletişim
teknolojisindeki gelişimin doğrudan bir sonucu olarak büyüyor ve hızlanıyor.
Sermaye artık deyim yerindeyse dünyaya sığamaz hale geliyor. Dünya ölçeğinde yer alan tüm koşulları aynılaştırmak,
tüm işleyişleri dünya ölçeğinde çözmek noktasına ulaşıyor. Artık sermayeye
uluslararası olmak yetmiyor, uluslar üstü yada uluslar ötesi olma zorunluluğu
ortaya çıkıyor. Bu durum aynı zamanda ulus-devletlerin, dünya ölçeğinde
politika üretebilir,ekonomik ve toplumsal gelişmeye yön verebilir güçlerinin
kalmamaları sonucunu doğurmuştur. Uluslararası sermaye, yani Yeni Dünya Düzeni
ulus devlete nasıl bir rol biçiyor ise bu rolü oynamak zorunluluğunda
kalmaktadır.
Adına ister globalleşme, istersek küreselleşme diyelim, bu sürecin
altı temel unsurundan söz etmek zorunludur. Bunlardan ilki, malların uluslararasılaşmasının dışında, hizmet
akışları, mali ve üretken sermayedeki uluslararasılaşmanın artışıdır. İkinci
olarak ise, sermayenin uluslararasılaşması yönündeki eğilimlere karşı duran,
ulusal devlet sınırlamalarının liberalizasyonu sonucu azaltılması olarak tanımlanabilir. Doğal olarak bu
noktada özelleştirme olgusuna özel bir
vurgu yapmak gereklidir. Bu
süreçte yaşanan liberalizasyon iki türde özelleştirmeyi önümüze sunmaktadır. Bir yönüyle kamu sektörü
tarafından üretimi yapılan mal ve
hizmetleri üreten kuruluşların özelleştirilmesini
gündemde tutmakta, diğer yönüyle ise
soğuk savaş döneminin oluşturduğu refah
devletinin görevleri olarak tanımlanabilecek, eğitim, sağlık, emeklilik
vb. konularda özelleştirme projeleri
üretilmekte ve yaşama geçirilmektedir. İlk bakışta bazı alanlarda verimli çalışmayan kamu kaynaklarına
egemen işletmelerin; özelleştirilerek, “verimli hale getirilmesi”
sıradan insanların gözünde anlamlı
olabilir. Ancak bu noktada Naom Chamsky’nin dilimize ve bilime armağan ettiği
“rıza üretmek” yada “onay üretmek”
olarak tanımlanarak durumu ödünç almakta yarar var. Özellikle 1990’lı yıllarla birlikte, bu özelleştirme dalgası, salt
ekonomik bir hegemonya olmaktan çıkmış, siyasal ve ideolojik boyutları da
içeren bir yapıya ulaşmıştır. Kuzeyli
efendiler, hem merkezde, hem de çevrede
yer alan ülkelerinde ve iletişim devriminin tüm kanallarını kullanarak özelleştirme adı verilen bu süreç konusunda
dünya halklarına rıza ürettirmeyi başarabilmişlerdir. Yeni dünya düzeni adı verilen bu dönemin en vahim
sonuçlarından birisi de budur.
Farklı ülkelere ait sermaye
gruplarının iç içe geçerek, ulusal niteliklerini yitirmeleri, sermayenin bir
tür uluslar aşırı hale gelmesi, bunların faaliyetlerinin uluslar ötesi noktaya
geçmesi sürecinin yoğunlaşmasını üçüncü temel özellik olarak adlandırmak
olanaklıdır. Dördüncü olarak sermayenin uluslararası çapta yoğunlaşması ve merkezileşmesi
derecesinin artışıdır. Beşinci olarak ise üretim sürecinin farklılaşarak
esneklik kazanmasıdır. Bu bir yandan toplam kalite yönetimi,yeni yönetim ve
üretim teknikleri olarak karşımıza çıkarken diğer yandan tam zamanında üretim,
yığın üretimi,ISO serisi standartlara uygun üretim tarzında gelişmeler ve
krizlere çabuk uyum sağlamayı tasarlayan mikro ölçekli gelişmeler olarak söz
konusu olmaktadır.
Altıncı ve
en önemli unsurlardan birisi
olarak ortaya çıkarılan, yapılan tüm çalışmalarda sözü edilmeksizin,
yapılamayan ve globalleşme, küreselleşme, yeni dünya düzeni sözcükleri ile
bütünleşen "sürdürülebilir
kalkınma" arayışlarıdır. Son yılların popüler paradigması haline gelen
"sürdürülebilir kalkınma" stratejisi, kalkınma-büyüme-çevre üçgeni
içinde değerlendiriliyor. Sürdürülebilir kalkınma, genelde günümüz
gereksinimlerini, geleceğin gereksinimlerini karşılayabilme olanağından ödün
vermeden karşılamak olarak tanımlanıyor. Bu kavram bünyesinde öncelikle cari
sürecin artık sürdürülemez, devam edilemez olduğu düşüncesini taşıyor. Yani
eğer bu günkü süreç, başka bir şekle bürünmeksizin aynı yolda devam ederse,
gelecek kuşakların yaşamını tehdit edecek sonuçlar kaçınılmaz olacaktır. Öte
yandan böyle bir talebin kuzeyli efendilerden geliyor olmasının temelinde, çevrenin tahribine yönelik
sürecin, bu ülkelerde daha önce başlamış olması ve bu günkü durumda doğal
kaynakların ve çevrenin daha fazla tahrip edilmiş olması gerçeği yatıyor.
Sürdürülebilir kalkınma aynı zamanda önsel olarak gelecek kuşakların gereksinimleri
ile bu günün gereksinimleri arasında bir
denge kurma zorunluluğunu da ileri sürüyor. Yani geçerli olan büyüme süreci
sürdürülemez bir süreçtir, ancak bu günün gereksinimlerini karşılamak, tüm
insanların asgari düzeyde refah elde etmesini sağlamak, yoksulluğu ortadan
kaldırmak, gelecek kuşakların yaşam ve refahını güvence altına almak ve tüm
bunları yaparken de çevre üzerindeki baskıyı ve onun sonuçlarının insan
uygarlığını tehdit etmeyecek düzeye çekilmesi.
Kalkınma,
şayet genel anlamda halkın refah düzeyinin artışı anlamında kullanılıyorsa, bu
sadece (beslenme, barınma, sağlık, eğitim vb.) maddi refah olarak değil, ayın
zamanda (insan hakları, siyasal haklar, sosyal ve doğal bir çevrede yaşama
hakkı vb.) maddi olmayan refaha ilişkin unsurların artışı olarak da
algılanmalıdır. Bu gün insanlığın ve onun üzerinde yaşadığı doğal çevrenin yüz
yüze geldiği sorunlar, doğrudan doğruya kapitalist üretim tarzından
kaynaklanmaktadır. Amacı kar ve birikim olan, son tahlil de üretim için üretim
olan kapitalist sistemde daha fazla biriktirme kaygısı sistemin motoru olduğu
sürece "sürdürülebilir kalkınma" sadece edebi bir retorik olarak
kalacaktır. Kalkınmanın sürdürülebilir olmasının ön koşulu yaşayan kuşaklar
arasındaki refah düzeyi uçurumunu ortadan kaldırmaktır. Unutmamak gerekir ki
doğal çevrenin tahribinden yoksulların, zenginlere oranla daha fazla zarar
görecekleri gerçektir. Zenginler yoksuIIara göre dünyayı daha çok tahrip
etmektedirler. Kuzeyli efendiler kendi kaynaklarım "ulusal" olarak
düşünürken, üçüncü dünyanın kaynaklarını "uluslararası" saymakta ve
yağmalanmaktadır.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı UNDP
tarafından 1992 Rio Zirvesinde, sürdürülebilir kalkınma stratejisi ideolojik
bir bombardıman ile dünyaya empoze edilmeye çalışılırken, ekonomik çehrede
1970'li yıllarda başlayan gümrük tarifeleri anlaşmaları ile libere edilen dış
ticaret korumacılığını engelleme ve dış ticareti yönetme çabaları, 1980'li
yıllardaki durgunluk döneminde yükselmiştir. ICLEI, IULA, JULA-EMME, WALD gibi
yerel yönetim ve iktidarları örgütleyen uluslararası kuruluşlar bu dönemde
gelişerek (çoğunun kuruluşları 1980'li yılların ilk yarısına rastlamaktadır)
1992 Rio Zirvesinde hem kendileri hem de katılan yerel yönetici ve iktidar
sahipleri enforme edilmişlerdir. Bu kuruluşlara üye belediyelerin yerel
politikaları, tedarik talepleri, kalkınmanın kontrolünü, yatırım programlarını,
bu yeni konsept çerçevesinde belirlemeleri telkin edilmiştir. Bu konudaki
gelişmenin momentlerine daha sonra döneceğiz.
1980'li yıllarda kontrol edilmeyen
korumacılık eğilimleri 1986'da GATT, Uruguay Roundu ticaret liberalizasyonu
görüşmelerinin başlaması ile gelişmiştir. Bu görüşmeler bir çok çevre
tarafından benimsenmiştir. Çünkü eğer başarılı olunursa, kurallar herkese
uygulanacak "ÇOK TARAFLI" ticaretin alanını büyük çapta genişletecek
olanakları ortaya çıkaracaktır. Buna karşın 1980’li yıllardaki önemli ticaret
pazarlıkları 30'u az gelişmiş ülke olan 108 üyeli GATT dışında bağlandı.
Gelişmiş ülkeler, kendi aralarında bu sorunu çözme yoluna gitti. NAFTA,
ABD-Kanada, Avustralya- Yeni Zelanda,
Avrupa Topluluğu Tek pazarı çalışmaları bu dönemin ürünüdür. 1986'dan bu güne
GATT' üye az gelişmiş ülkeler ticaretle ilgili sınırlamaları tek taraflı olarak
ciddi bir biçimde azaltmışlardır. Bunu da serbest piyasa temelli reformlar ve
IMF'nin uyum politikaları çerçevesinde kendi halklarına yutturmaya çalışarak
yapmışlardır. Bu ülkeler ithalat üzerindeki miktar sınırlarını kaldırdılar,
gümrük tarifelerini indirdiler, tarife sistemlerini basitleştirdiler, tarife
dışı uygulamaları tümüyle ilga ettiler. Yine de uluslararası sermaye için bu
girişimler yeterli olmamıştır.
Ancak
bu arada 1990' da GATT Uruguay Roundu kapsamı, tarımsal ürünleri, hizmetleri ve
fikri mülkiyet haklarını da içerecek biçimde genişletilmiştir .1993'te ise GATS
ve TRIMS ile hizmet yatırımları daha da kolaylaştırılmıştır. Bu tartışmalar bir
yandan sürerken diğer taraftan WTO, OECD ve NAFT A çerçevesinde farklı bir çaba
sürdürülmektedir. Bu çaba için WTO Başkanı Ruggerio "Biz global ekonominin
anayasasını hazırlıyoruz." (Power Dergisi,Mayıs 1998,Sf.63) açıklamasını
yapmaktadır.
İşte bu hazırlığın adı MAI yada Türkçesi ile
ÇOK TARAFLI YATIRIM ANLAŞMASI' dır.
5.
MAl, 21. Yüzyıl Kapitalizminin Anayasası
MAl'nin hazırlığı 1980'li yıllarda başlıyor
ve MIGA'nın imzalanması çerçevesinde geliştiriliyor. MIGA süreci, bir ölçüde
MAI'nin işleyiş hükümlerini tanımlıyor. Türkiye'de de 6 Aralık 1988 tarih ve
20011 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan MIGA
Sözleşmesi, Turgut Özal imzası ile yürürlüğe giriyor. Başlangıçtaki,
gelişme WTO çerçevesinde ortaya çıkıyor, ancak ABD'nin baskısı ile WTO' dan
çıkarak OECD bünyesine gönderiliyor. 1995 yılından beri OECD bünyesinde yer
alan 29 ülkenin görüştüğü MAI için
henüz tam bir anlaşma sağlanamamış
durumda. Buna karşın dünyanın en büyük 500 şirketinin 477'sinin OECD kapsamında
yer alıyor olması, bu anlaşmazlığın uzun süreli olmayacağının habercisi kabul
edilebilir.
Öte yandan MAl'nin asıl amacının gelişmekte
olan ülkelerde devletin rolünü sınırlamak olduğu, OECD üyesi ülkelerin çoğunun
mevcut politikalarının anlaşma ile çok fazla değişmeyeceği görüşü de genel
kabul görüyor.
Peki MAI ne öngörüyor? Her ne kadar bu
anlaşma ile ilgili çalışma ve pazarlıklar belirgin bir gizlilik içinde
yürütülüyorsa da ulaşılabilen bilgilerle bir değerlendirme yapıldığında.
-Her şeyden önce açıkça dışında bırakılmayan
tüm alanları içine alıyor. Bu açıdan WTO ile farklı bir yapı sunuyor.
-Üzerinde anlaşılmış bir amaç olarak
"sürdürülebilir kalkınmaya" vurgu yapıyor.
- Yatırımlar geniş bir biçimde tanımlanıyor,
fikri mülkiyet hakları ve patent yasalarının da kapsamı içinde yer alacağı
belirtiliyor.
-Sözleşmeden kaynaklanacak tüm hak
taleplerini ve gerekirse tazminat koşullarını da beraberinde getiriyor.
-Her akit taraf bir başka akit tarafın
yatırımcılarına ve onların yatırımlarına, kendi
yatırımcılarına ve onların yatırımlarına gösterdiği davranıştan daha az
elverişli olmayan davranış gösterecektir ilkesi ile akit tarafların hiç birine
daha elverişli davranışta bulunmamayı öngörüyor.
-Ulusal devleti bir akit taraf kabul ederek,
o ülkenin kendi iç hukukunu devre dışında bırakarak akit taraf şirket ile akit
taraf ülkeyi aynı statüde bir hukuk sistemi ve uluslararası tahkim ile
sınırlıyor.
-Akit taraflara yatırımcılarının ve kilit
Yöneticilerinin olağan göçmenlik
koşulları ve emek pazarı yapısına ilişkin gereklerin uygulanamayacağını öngörerek; bu kişilerin ev sahibi ülkeye
koşulsuz girmeleri ve çalışma izni almalarını gerektiriyor.
- MAl, ev sahibi ülke yurttaşlarının söz
konusu yatırımların yönetim kurullarına atanmaları koşulu getirilmesini
yasaklarken; üst yöneticilerinde ev sahibi ülke yurttaşı olması koşulunun
aranmasını engelliyor.
- Anlaşma bir yatırımın kurulması
aşamasından, işletilmesi, yatırımın genişletilmesine değin yatırımcıya ihraç
zorunluluğu konulmasını, ithalat/ihracat dengesi yaratılması talebini,teknoloji
transferi zorunluluğunu, şirket merkezinin ülke içinde bulunması zorunluluğu
gibi kısıtlar getirilmesini yasaklıyor.
- Aynı biçimde belli sayıda yerli işçi ve
personel çalıştırma,asgari düzeyde iştirak, ülke içinde belli ölçüde yatırım,
satış yada istihdam yada AR -GE faaliyetine ulaşma gibi devlet eliyle yapılan
düzenlemelerin yaratacağı "olumsuz" koşulları kabul etmiyor.
- Yabancı yatırımcıya, ev sahibi ülkede
hizmet satın alma koşulu getirilemeyeceğini öngörüyor.
-Özelleştirme çerçevesinde ve özelleştirilen
varlıklarla ilgili alım satımlarda "altın hisse" uygulamasının, hisse
satışlarının ülke yurttaşlarıyla sınırlandırılmasının, çalışanlara satış
yoluyla yapılacak özelleştirmelerin yada ulusal devletin özelleştirilen
varlıklar üzerindeki denetimini sürdürmesini istemiyor.
- Ülkede bulunan ve tekel noktasında yer
alan uygulamalarda eşit muamele ilkesinin uygulanmasını sağlayıcı önlemler getiriyor.
Özellikle iletişim ve ulaşım alanlarındaki hizmetlerin düzenlenmesi açısından
bu sektörlerin söz konusu anlaşma hükümlerinden etkilenmesi kaçınılmaz gibi
görünüyor.
-MAl, yatırım teşvikleri, sübvansiyonlar,
hibeler vb. verilmesinde Ulusal Muamele ve En Çok Kayırılan Ülke ilkelerini
öngörüyor.
-AR-GE, eğitim, bölgesel kalkınma vb.
destekleme politikalarında yerli yada yabancı sermaye ayrımı gözetilemeyeceğini
belirliyor.
-Yabancı yatırımlara "makul
olmayan" ve ayrımcı olarak tanımlanabilecek önlemler alınması yolunda yapılacak önlemleri
yasaklıyor ve bu tür yaptırımlara karşı itiraz etme yolunu açıyor.
-Herhangi bir yatırımın hukuka aykırı olarak
ve adil bir tazminat ödenmeden kamulaştırılmasını yasaklıyor.
- MAl çerçevesinde ortaya çıkabilecek
anlaşmazlıkların çözümlenmesinde ise,
1. Danışmalarda bulunulması, .
2. Tavsiye almak üzere Taraflar Grubuna
gidilmesi,
3. Son aşamada bir mahkeme yada tahkime
gidilmesi,
biçiminde
bir hukuksal süreci öngörüyor. Bu durum MAI’nin temel amaçlarından biri olan,
anlaşmanın ihlali halinde yatırımcıların ulusal devletten tazminat almalarını
yada ilgili ihlalden vazgeçilmesini sağlayıcı bir mekanizma oluşturuyor. Bu
yaptırımların yatırım yapmadan önce bile geçerli olması düşünülüyor. MAl
yalnızca ticari olarak değil, ekonominin tüm kesimlerinde geçerli
olacaktır. Bu anlaşma ile ulusal devletler, hükümetler,
maya uymasını sağlamayı da taahhüt ediyorlar.
Özetle, MAI’nin imzalanması halinde bu
ÇUŞ’lerin hareket kabiliyetini hızlandıran, sermayenin uluslar arasılaşması
süreci olan küreselleşme yada globalleşmenin yeni anayasası olması
kesinleşecek, bu durumda belki de 2005 yılında
yürürlüğe girmesi planlanan Uruguay Roundu kadük olarak kalabileceği gibi
MAI’yi evrenselleştirerek tüm dünyayı (WTO, AB, NAFTA, OECD, Dünya Bankası, IMF
vb. organizasyonlar da dahil olmak üzere) kapsayacak bir noktaya ulaşacaktır.
İşte bu süreç kapitalizmin yeni bir evreye girişi olarak tanımlanabilir.
Bu noktada ulusal devletler ve
hükümetleri yapılan çeşitli anlaşmaların
MAI çerçevesinde daha da genişleyeceği rahatlıkla öngörülebilir bir durum iken,
bir adım daha ileri giderek bu anlaşmaların ulusal devletleri aşarak yerel
yönetim ve iktidarlarla yapılacak doğrudan anlaşmalar halinde uygulanabileceği
ve sürdürülebilir kalkınma stratejisi çerçevesinde empoze edilen paradigma ile
genelleştirilmesi mümkün olacaktır ki, sanıyorum genişleyen MAI’nin gerçek yüzü
önümüzdeki süreçte bu noktaya ulaşacaktır. Zaten buna ilişkin çeşitli ip uçları
da vardır.
6.
Olasılıklar ve Sonuçlar
Bu
noktaya kadar anlatılanların dışında ele aldığımız sürece başka ve farklı bir
boyuttan yaklaşarak, üçüncü milleniumda ve gelecek yüzyılda ortaya çıkması
beklenen gelişmeleri değerlendirmeye çalışacağız. Bu değerlendirmeye yapmaya öncelikle yerel
yönetimlerin uluslararası ilişkilerine dair bir durum tespiti yaparak
başlamakta yarar vardır.
Ülkemizde
yerel yönetimlerin, uluslararası ilişkilerinin geçmişi oldukça yenidir. Söz
konusu süreç, önceleri başka ülkelerdeki kentlerle kardeş şehir
birlikleri, kültürel ilişkilerin
kurulması ile başlamıştır. Ülkemizde düzenlenen çeşitli festivalIere katılımcı
olunması, kültürel işbirliği ve folklorik düzeydeki bu yardımlaşma düzeyi bir
süre devam etmiştir. Daha sonra eski olduğu için kendi ülkelerinde
kullanmadıkları otobüs-ambulans-kamyon vb. araç ve aletlerin gönderilmesine
dönüşmüştür. 1980'li yılların ortalarında, ülkemizdeki "vizyon
sahibi” bazı politikacıların etkisi ve
halkımıza dayatılan serbest rekabet ve piyasa sistemi aldatmacaları sonucu
artan ilişkiler, iç göçün kentleri metropolitan ölçeklere taşırmasıyla giderek
gelişmiş ve karmaşıklaşmıştır. Kentlerin büyümesine bağlı olarak, geçmişte kent
ölçeğinde yapılan yatırımların boyutlarının küçük olması bu yatırımların ülke
içindeki sermaye grupları tarafından gerçekleştirilmesi süreci büyüklüğü
itibariyle uluslararası sermayenin de ilgisini çekebilecek boyuta ulaşmıştır.
Şöyle
bir bakacak olursak, Ankara, İstanbul,İzmir, Bursa, Adana, Konya gibi
büyükşehir yani metropolitan ölçeğe ulaşan kentlerde ortaya çıkan alt yapıya
yönelik yatırımların hemen tamamı ya yabancı şirketler tarafından
gerçekleştirilmiş yada yabancı şirketlerle konsorsiyum oluşturan ortaklıklar
tarafından yapılmış ve yapılmaktadır. Hatta bu durum öylesine bir süreci
içermektedir ki söz konusu sürecin projelendirilmesi hizmetleri bile yabancı
şirketler tarafından yapılmaktadır. Bu yatırımlara ilişkin finansman sorunları
da yabancı şirketler tarafından çeşitli uluslararası kuruluşlardan sağlanan
teşvik, hibe sübvansiyon ve krediler aracılığı ile gerçekleştirilmektedir.
Bu salt ülkemiz için geçerli olan bir
süreç değildir. Özellikle üçüncü dünya
diye tanımlanan azgelişmiş ülkenin ölçek
ekonomisi tutan tüm büyük kentlerinde benzeri bir durum vardır.
Son dönemde ABD’nin Irak’a müdahalesi sonrasında petrol çıkarması ve petrol kuyularının güvenliğini emanet (!) ettiği BEKLEM şirketi , Arjantin’de içme suyunun
özelleştirilmesi sürecini gözetmiştir.
Özel bir kaç örneği Bursa kentinden vermek
gerekirse; Bursa Su ve Kanalizasyon İdaresi(BUSKİ) tarafından yapılan su ve
atık su ile ilgili yatırımlar için
yaptırılan projenin finansmanı Türkiye'de bir ilk olması bakımından da
dikkat çekicidir. Bu proje için Dünya Bankası kredi sağlamıştır. Bu projenin
bir benzeri Çeşme İzmir bölgesinde de
tekrarlanmıştır. Aynı biçimde Bursa Ray
adı verilen Bursa Hafif Raylı Sistem Kent İçi ulaşım Projesi kapsamındaki
projelendirme işlemleri Optim- Obermayer adlı bir ortaklık tarafından gerçekleştirilmiş, imalat
sürecinin ihalesi de yabancı ortaklığı bulunan başka bir şirkete verilmiştir.
Uluslararası sermayeye dayalı yerel projeler Türkiye ölçeğinde
gittikçe yaygınlaşarak gelişmektedir. Yerel nitelikli bu projelerin
boyutlarının büyümesi sonucu artan talepler, belediyeleri uluslararası
ilişkileri güçlendirmeye, uluslararası kuruluşlara üye olmaya, bu kuruluşların
yönetim kurullarında yer almaya da zorlamaktadır. Süreç bir yandan bu yönüyle
koşulların zorlaması sonucu gelişirken, diğer taraftan 1992 Rio Zirvesi ve
ardından İstanbul'da gerçekleştirilen II Habitat İnsan Yerleşimleri Konferansı bağlamında yoğunlaşan ideolojik
bombardıman, vurguyu "sürdürülebilir kalkınma" ya yaparak
çeşitlenmektedir. Bu çeşitlenme ve çevre konusundaki duyarlılığın artışı ile
orantılı olarak yerel noktalarda halkın denetimine tabi tutulmaksızın
gerçekleştirilmesine karar verilen projeler karşısında oluşan sivil yurttaş
girişimleri Bergama, Akkuyu örneklerinde olduğu gibi yapılan hesapları boşa
çıkarabilmektedir. Uluslararası sermayenin MAl
çerçevesinde planladığı önemli taktik noktalardan birisi de hükümetlerin
bu anlaşma koşulları ile sivil toplum örgütlerine kabul ettirmeyi taahhüt
etmesidir.
1992 Rio zirvesi ve Habitat II' de gündeme
getirilerek geliştirilmek istenen, ICLEL , IULA ARAD, OICC, ATO/AUDI gibi
uluslararası örgütlerle de çalışmaları planlanan ve koordine edilen adına
da LOCAL AGENDA 21 yada Türkçesiyle YEREL GÜNDEM 21 denilen
belediyelere bağlı olarak çalışan oluşumlar yaşama geçilmektedir. Yerel Gündem
21 çalışmaları yerel yönetimlerin
sekreterliğinde yürütülen eylem planlarına yönelik bir çalışma bütünü
olarak tüm kentlerde yer alan aktörlerin
tümüne katılımına açık olarak gerçekleştirilmektedir.
- Mevcut Durumun Tespiti,
- Sorunların Belirlenmesi,
- Sorunların İçinden Önceliklerin Belirlenmesi,
- Çözüm Önerileri Geliştirilmesi,
- En Uygun çözümün Belirlenmesi,
- Uygulama Programının Hazırlanması,
- Uygulamaya Geçiş,
- İzleme/ Ölçüm,
gibi temel bir prosedürle yürütülen
çalışmalar yapılmakta, herhangi bir konu
ile ilgili Sürdürülebilir Kalkınma Programı
oluşturulmaktadır. İlk anda oldukça demokratik ve halkın alınan
kararlara katılımını sağlayan bir süreç gibi görülebilen bu çalışmalar bütünü;
olayları "küresel" ölçekte ve kapitalizmin orta ve uzun vadeli
planlama çalışmaları bağlamında düşünüldüğünde görüntüsü kadar masum olmadığı
anlaşılmaktadır. Ancak yine de kentle ilgili sorunlarla mücadele eden hemşehri
sıfatlı insanların ve sivil toplum örgütlerinin bu çalışmalar kapsamından uzak
durmasına gereksinim olmadığı gibi tersine bu yöndeki taktik gelişmeleri
dikkate almak ve gerekli ilkesel noktaları belirlemeleri kaydıyla bu
çalışmalarda yer almaları, gelişmeleri buralardan ilk elden ve öncelikle
izlemelerinde ve de karşı çabaların geliştirilmesi noktasında bu platformu
kullanmaları gerekmektedir.
Diğer yandan yerel noktadaki yöneticilerin
bu kadar kötü niyetli ve uluslararası bir planın parçaları olmayabilecekleri
düşünülerek yada karşı savunma olarak belirtilebilir. Sorun bu kadar iyimser
olmakla çözülebilecek kadar basit değildir. Tersine yerel yöneticilerden uluslararası
ilişkileri bulunanlar, uluslararası kuruluşların yönetim yada yürütme
kurullarında yer alanlar bu konuda bilgilendirilmektedirler. Örnek olarak ICLEI
yani Uluslararası Yerel Çevre Girişimleri Konseyi bünyesinde yapılan çalışmalar
ele alınabilir. 1996-2000 ICLEI
Stratejik Planı bu çalışmaların en somut göstergesi olarak önümüzde
durmaktadır. Bu planda
“1996-2000 yılları
arasında ICLEI Konseyinin belirlediği anahtar bölgelerde, çevre hedeflerini
belirlemek ve gerçekleştirmek için ICLEI üyeleri oluşturmayı ve desteklemeyi
hedefleyen yeni bir girişim başlatılacaktır. Bu girişim, anahtar icra
bölgelerinde, önemli gelişmeleri birlikte tamamlayacak, gezici ICLEI üye
topluluklarını arayacaktır. ICLE' nin merkezi veya ana faaliyet alam olarak,
yüzlerce topluluğun çabalarıyla Yerel Gündem
21 planlamasına katılımı üzerine inşa edilecektir."
Denilerek,
strateji planı bağlamında oluşturulması tasarlanan anahtar icra bölgeleri için
yapılacakların çerçevesi çizilmekte ve amaçları belirtilmektedir. Ölçülebilen icra
taahhütleri yapmak amacıyla ICLEI üyelerinin gezici ve tanınmış olması için bir
sistem oluşturulması,yerel eylemlerin geliştirilmesine katkı sağlayacak
öncelikli yayın alanlarının seçimi ve analizinin yapılmasını sağlayan bir rol
ortaya konulması, tamamlanan yerel eylem ve taahhütlerin sistematik olarak
ölçülmesini, dökümante edilmesini ve değerlendirilmesini öngören bir anahtar
strateji öngörülmekte ve hatta aşağıdaki aşamalardan oluşan bir sistematik
tavsiye edilmektedir.
- ICLEI üyeleriyle birlikte yeni bir girişim
tasarlayınız.
- 1996-97 döneminde farklı sistem parçaları
geliştirerek, pilot testlere odaklanınız.
- Program ve yatırımların, kendi çevresel
hedeflerine ulaşma oranını saptamak için bir audit metodolojisi yaratınız.
- Kıyaslamalar yapabilmek için ICLEI üyelerinin
kullanabileceği bir raporlama sistemi saptayınız.
- Evrensel raporlama sistemine ve raporlama alt
yapısına bireylerden, yerel yönetimlere kadar herkesi bağlayan bir
iletişim sistemi tasarlayarak deneme testini yapınız.
- Çeşitli modern toplum tekniklerini ve medyayı
kullanarak gelişim için bir halkla ilişkiler stratejisi oluşturunuz.
- 1997 ICLEI Konsey toplantısında dağıtmak üzere
iki yıllık girişim raporu hazırlayıp, yayınlayınız.
- 1998-2000 yılları için uygulanacak planı
toplantıya getiriniz.
- 1998-2000 döneminde girişimde tam katılımcı
olmak için ICLEI üyelerinin yetiştirilmesine odaklanmış oluşturulan
çalışma yöntemini, raporlama açısından diğer üyelere teklif eden
çalışmalar yapınız.
- Üye belediyelerin yerel ortaklara
taahhütlerini yerine getirmeleri için yardımcı olunuz.
- Yardımcı olacak uygun ICLEI kampanyaları,
proje, hizmet, ürün ve ortak üyeler arasında bağlantı kurucu çalışmalar
yaparak, ilerleme kaydeden yerel gruplar için ödül ve teşvikler yaratınız.
Tavsiye edilen sistematik oldukça açık ve nettir. Buradaki amacın
masum olduğunu düşünmek bile safdillik olacaktır. Bu tür uluslararası
kuruluşların çabaları bununla da kalmamaktadır. Yukarıda yer alan strateji
planının sunulduğu toplantıda bir başka teklif de dağıtılmıştır. Söz konusu
teklifle söylenenlerle, bu yazı boyunca ileri sürülen düşüncelerin doğruluğunu
kanıtlayan daha net bir belgeye ulaşılmasına dahi gerek kalmamaktadır. Bu
nedenle belgenin tüm metnini yazının bu bölümüne alıyoruz.
MAI İLE İLGİLİ TEKLİF
Sürdürülebilir kalkınmanın,
her bir yerel topluluğa özgü koşullara göre hazırlanan stratejilerin
uygulanması ve tasarım gerekli olması,
Dünya genelinde
hükümet yetkilerinin,yerel yönetimler düzeyinde desantralizasyonunun, sürekli
gelişme yönünde yerel çabaların öneminin artırması ve desteklenmesi,
ICLEI üyesi
belediyelerin yerel politikalarım, tedarik gereksinimlerini, gelişmelerinin
kontrolünü,yatırım program ve projelerini oluşturmak üzere, yerel güçleri
kullanarak sürdürülebilir kalkınmaya yanıt vermesi,
Doğayı korumak ve
sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak için ICLEI üyesi belediyeler tarafından
alınan en etkin çoğu önlemin (kirlilik
kontrol gereksinimleri, enerji ve su verim oram gereksinimleri, özel tedarik
uygulamaları, yerel gereksinimler ve zehirli maddeler üzerindeki kontrol gibi)
MAl tasarısı koşulları altında konu edilmesini takiben şunlar önerilebilir:
1. Özel
Partilerce, belediye ve yasalar karşı yapılabilecek itirazların analizi ve bu
tür itirazlar
karşısında kendini
savunmak amacıyla, belediyelerin maruz kalacağı başka maliyetlerde dahi 1 olmak
üzere ICLEI Yönetim Kurulu, mevcut MAI koşulları altında itiraz edilebilen
yerel yönetimin çevresel, sosyal ve ekonomik politika ve uygulamalarının yasal analizini yapmak üzere her bir ICLEI
üyesi belediyeyi teşvik eder. ICLEI üyeleri, ICLEI çalışmalarını
desteklemek ve
diğer ICLEI üyeleri ile paylaşmak üzere bu tür analiz sonuçlarının bir
kopyasını göndermek üzere teşvik edilirler.
2. ICLEI Yönetim
Kurulu, ulusal ve uluslararası kapsamda yerel özerklik için MAl ve potansiyel
durum hakkında üyelerine yönelik ayrı ayrı bilgilendirme programları oluşturmak
için IULA ile birlikte, ICLEI üyesi
belediye birliklerini teşvik eder. Özellikle ICLEI Yönetim Kurulu, bu konunun Helsinki'de
toplanacak IULA- WEXCOM toplantısının gündemine tartışılmak amacıyla alınmasını
istemektedir.
Bu teklifin can damarı iki noktası vardır. Birincisi yerel
yönetimlerin güçlendirilerek, yerel koşullara uygun stratejilerin saptanması ve
yerel politikaların sürekli geliştirilmesi,ikinci olarak ise tüm bunların MAI
koşulları çerçevesinde yapılması. İşte bu ana strateji yerel yöneticilerin
masum olmadıklarının en temel göstergesi olmaktadır.
Sonuç olarak bu top yekun bir ideolojik ve
ekonomik saldırıdır. Bu çalışmaların kuzeyli efendileri, üçüncü dünyaya böyle
bir rol biçmekte ve üçüncü dünyanın yerel yönetimleri ve yöneticilerini bu role
uygun olarak biçimlendirme çabasındadırlar. Şimdi IMF’nin de dayatması ile
meclise getirilerek çıkarılmaya çalışılan Yerel Yönetimler Yasa Tasarısı’nın ne
anlama geldiği daha net anlaşılabilmektedir.
1970'li yılların sonlarında ortaya koyulan uluslararası ticaretin
liberalizasyonu süreci, aşama aşama GATT ile, NAFTA, WTO ve OECD eliyle
geliştirilmiş, sermayenin çıkarları çerçevesinde biçimlendirilmiştir. Burada
ortaya çıkan şey yani GATT ,yani uluslararası ticaretin kuralları anlaşması,
tüm devletlerin farklı pozisyon ve hukuksal yapıları, libere edilmiş dahi olsa
farklı işleyen gümrük rejimIeri nedeniyle "küresel" olarak uygulanma
olanağı bulunmayan bir duruma işaret etmektedir. Fiili durumu aşmanın en etkin ve yegane yolu uluslararası
bir hukuksal süreç oluşturmak ve ulus devletlerin hukuksal yapılarının üzerinde
bir yapı tesis etmektir. İşte aslında MAI bu sürecin adıdır ve 21. Yüzyılda bu
süreç ağırlıklı olarak yerel yönetimler ve onların yöneticileri eliyle
uygulanacaktır. Bu aynı zamanda kapitalizmin farklı bir evreye girişini de bize belirtmektedir.
Gelecek
süreç hiç kuşku yok ki, kendini en güçlü hissettiği noktadan yani uluslararası
sermayenin yerelleşerek kendini yeniden-ürettiği noktadan çökertilebilir. Bu
nedenle yerel ölçekte önümüzde duran gelişmeleri en yakın plandan izlemek,
gerek stratejik planı ve gerekse bu planın taktiksel aşamalarının koordinasyonu
süreci halinde gelişecek olan Yerel Gündem 21 formunda örgütlenen süreçleri,
izlemek içinde yer almak ve halkın ciddi ve etkin katılımını bu noktalardan
üretmek olanaklıdır ve gereklidir. Bu amaca hizmet edecek olan tam yerel
örgütlenme çalışmaları içinde çalışmalar genişletilmeli, uluslararası
sermayenin ülkeleri götürmeyi planladıkları noktalar belirlenerek, halkın
çıkarları doğrultusunda bu süreçlere müdahale edilmeli ve uluslararası
sermayenin planları boşa çıkarılmalıdır.
Bu bağlamda saptanması gereken bir nokta
daha vardır ki , uluslararası sermayenin kendini en güçlü hissettiği ve en
ciddi örgütlenmeleri en uzun vadede ve dikkatli adımlar atarak yaptığı noktada
halkın gücünün, bilgisinin, insan gücü ve bu gücün donanımının yetersizliği ve
bizim bu yetersizliğe gereken net katkıyı koyamıyor olmamızdır.
ÖZGEÇMİŞ
Mehmet KARTAL, 1965 tarihinde Ankara’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini
yurdun çeşitli illerinde tamamladı. 1986 yılında Uludağ Üniversitesi İktisadi
ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nden mezun oldu. 1987-1988 tarihleri
arasında Cumhuriyet Gazetesi ve Kitap Kulübünde çalıştı. 1988-2002 tarihleri
arasında TMMOB Makina Mühendisleri Odası Bursa Şubesi Muhasebe ve Mali İşler
Sorumlusu görevini yürüttü. Tekstil – Makina Mühendisliği Eğitimi-Otomotiv ve
Yan Sanayii-Çağdaş Kentleşme ve Sanayileşme Sempozyumu gibi çeşitli
etkinliklerin sempozyum sekreterliğini yaptı.
Çok sayıda panel seminer vb. etkinliğin gerçekleştirilmesini sağladı.
Hali hazırda Kauçuk sektöründe faaliyet gösteren bir firmada çalışmakta olan
Mehmet KARTAL, Tez –Koop-iş Sendikası
üyesi ve Delegesi, ÖDP Bursa İl Yönetim Kurulu üyesi, Bursa Tüketiciyi Koruma
Derneği üyesi, Bursa Sinema Sevenler Derneği üyesi, Bursaspor Kulübü kongre
üyesi ve Bursa Kent Konseyi Hemşehri üyesi olup, evlidir ve iki çocuk
babasıdır. Orta düzeyde İngilizce bilmektedir.
YAZIDA KULLANILAN KISALTMALAR
CUŞ
|
Çok
Uluslu Şirket
|
UNDP
|
Birleşmiş
Milletler Kalkınma Programı
|
GATT
|
Gümrük
Tarifeleri Genel Anlaşması
|
OECD
|
Ekonomik
İşbirliği ve Kalkınma Örgütü
|
ICLEI
|
Uluslar
arası Yerel Çevre Girişimleri
|
IULA
|
Uluslar
arası Yerel Yönetimler Birliği
|
IULA-EMME
|
Uluslar
arası Yerel Yönetimler Birliği-Doğu Akdeniz ve Ortadoğu Bölge Teşkilatı
|
WALD
|
Dünya
Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi
|
NAFTA
|
Kuzey
Amerika Serbest Ticaret Anlaşması
|
AB
|
Avrupa
Birliği
|
IMF
|
Uluslar
arası Para Fonu
|
GATS
|
Hizmetler
Ticari Genel Anlaşması
|
TIRMS
|
Ticaretle
İlgili Yatırım Tedbirleri Anlaşması
|
WTO
|
Dünya
Ticaret Örgütü
|
MAI
|
Çok
Taraflı Yatırım Anlaşması
|
MIGA
|
Çok
Taraflı Yatırım Garanti Kuruluşu
|
ARAD
|
Arap
İslami Gelişme Teşkilatı
|
OICC
|
İslam
Başkentleri ve Kentleri Teşkilatı
|
ATO/AUDİ
|
Arap
Kentler Birliği /Arap Kentsel Gelişme Enstitüsü
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder