27 Şubat 2011 Pazar

Komşuda pişer bizde de düşer(mi?)



Hepinizin izlediğini düşünüyorum. Komşumuz Yunanistan’daki hükümet zor durumda. İster siyasal beceriksizlik diye tanımlayın ister uluslar arası krize hazırlıksız yakalanma isterseniz geçmiş iktidarların hovardalığının diyetini şimdiki hükümet ödüyor diye düşünün. Yunanistan önemli bir ekonomik krizin içine düşmüş durumda. “Bizim Yorgo”’nun Yunan Ekonomisi krizde diye çığlıklar attığını hepimiz izliyoruz. Hem Merkel hem de Sarkozy, Yunanistan’ı yalnız bırakmayacaklarını ifade de etmişlerdi.  
Dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi bu tür kriz durumlarında hükümetlerin krizi atlatabilmek için en güvendikleri kaynak emekçilerdir. Her ne kadar koca koca patronlar, IMF, Dünya Bankası, AB gibi devasa ortaklıklar olsa da en kestirme çözüm hemen emekçilerin haklarının tırpanlanması, dolaylı vergiler diye tarif edilen tüketim maddeleri üzerinden alınan vergilerin arttırılması, sosyal güvenlik sistemlerinde emekçiler aleyhine yapılan düzenlemeler vb. bir çok önlem(!) hemen alınıverir. Nitekim Yunan hükümeti de elinde en güvendiği bu kartı oynamaya kalkıverdi. Emekçiler, Yunan hükümetinin krizin atlatılması amacıyla memurların maaşlarında kesinti, sigara, içki ve benzini ağır vergi, emekli haklarında kısıtlama ve erken emeklilikleri kaldırmayı öngören  önlemlerine tepki gösteriyorlar. ADEDİ adlı Memur sendikası ile GSEE adlı işçi sendikaları konfederasyonunun ortaklaşa düzenledikleri 24 saatlik eylem Yunanistan’da hayatı durdu.
Grev nedeniyle bankalar çalışmadı, okullar açılmadı, hastanelerde sadece nöbetçi personel çalıştı ve sadece acil vakalar tedavi gördü, ulaşım aksadı. Yunanistan’ın iki ana havayolu şirketi Olimpic Air ve Aegean’in tüm seferleri iptal oldu. Medya çalışanları da greve katıldı, önceki gün hiçbir radyo ve TV kanalında haber bültenleri ve haber programlar yayınlanmadı. Gazetelerde çalışanlarının grevi nedeniyle ise yarın Yunanistan’da hiçbir gazete yayımlanmayacağı duyuruldu. Özetle Yunanlı emekçi kardeşlerimiz haklarının tırpanlanmasına, tüketim malları üzerindeki dolaylı vergilerin arttırılmasına karşı “Osmanlı Tokadı” gibi bir yanıt ürettiler ve buna devam edeceklerinin de sinyalini verdiler. Gönlümüzün ve vicdanımızın onlarla birlikte olduğunu belirtelim. Krizin bedelini emekçiler ödemesin sloganı ile ortaya çıkan bu durum ne kadar da ülkemizdeki hale benzemekte değil mi?
Mevcut AKP hükümeti döneminde dolaylı vergilerin, özellikle içki, sigara ve petrol ürünlerinin üzerindeki vergilerin e kadar arttığını, özelleştirmeler nedeniyle bir çok emekçinin emekliliğe zorlandığını, Sosyal Güvenlik sisteminde ve sağlık sisteminde emekçilerin aleyhine düzenli düzenlemeler yapıldığı bu ülkede yaşayan herkes biliyor.  Tekel işçileri neredeyse 2 aydır haklarını arıyorlar, başbakan tekel işçilerini işgalci olarak nitelendiriyor. Belediye Başkanı olduğu dönemde yıkamadığı kaçak binaların öcünü zemherinin soğuğunda evinden çocuklarından uzakta derme çatma ama için sevgi, inanç ve mücadele azmi dolu çadırlardan çıkarmaya çalışıyor. Ülkedeki büyük sendikalar ve konfederasyonlar ortak eylem yapma kararı alıyor ve Tekel işçileri ile dayanışma sürüyor. Bakıldığında Türkiye’nin durumu Yunanistan’ın durumundan daha vahim ve kötü bir halde. İstediğiniz veriyi karşılaştırın, işsizlik mi?  yoksulluk mu? Sağlık hakları mı? Emeklilik hakları mı?
Ancak nedense (!) komşuda olduğu gibi hayat durmuyor. Yunanistan’da sendikaların ortak eylemliliğine ÖZEL SEKTÖR çalışanları destek vermişler. Bizim ülkemizde kamu çalışanları kendi haklarının tırpanlandığı eylemlere bile destek vermiyorlar. 7-8 yıllık AKP iktidarı döneminde iktidar 2 canavar yarattı. Bunlardan ilki YOKSULLUK CANAVARI diğeri ise KORKU İMPARATORLUĞU. Yoksulluğu Valiler ve Belediyeler eliyle dağıttığı erzak, kömür ve yeşil kartlarla kontrol ederken, Türkiye, Korkunun imparatorluğunun karanlığına giderek teslim oluyor.
Hep birlikte göreceğiz. AKP’in ön bahçesi sözde sendikalar olan MEMUR-SEN ile HAK-İŞ kuyruğunu kıstırıp işçinin yanından, gerçek yeri olan “ağanın” yanına geçtiler. Korkunun imparatorluğuna teslim oldular. Bu gün 25 Şubat Perşembe Saat 18.00’de Osmangazi Metro İstasyonunda emekçiler toplanıyor. Çağrıcı sendikaların ortak imzasını taşıyan 4-B 4-C’YE HAYIR! İŞGÜVENCEME DOKUNMA! pankartıyla, Fomara’ya meşalelerle yürüyecekler. 27 Şubat Cumartesi Saat 13.00 – 15.00 arası Fomara meydanında İŞÇİ KÜRSÜSÜ kuruluyor, oturma eylemi yapılacak, Şiirler, marşlar, türküler söylenecek, halay çekilecek…
TEKEL İŞÇİSİNİN önderliğinde ayağa kalkan Emekçiler tüm dostlarını yanına çağırıyor.

Komşuda pişen bize de düşer mi?

5 Şubat 2011 Cumartesi

RUHALILAR* DİKKAT FARUK ÇELİK GELİYOR…


11 Bağımsız adayın olduğu Urfa’da seçim çetin geçeceğe benziyor. 12 Haziran 2011 tarihinde gerçekleştirilecek Milletvekili Genel Seçimlerinde Başbakan R.Tayyip Erdoğan tarafından Devlet Bakanı ve Bursa milletvekili Faruk ÇELİK’in  Urfa’dan aday gösterildiğini öğrendiğimde aklıma aşağıdaki öykü geldi. Urfalıları uyarmak istedim. Biz Bursalılar Faruk Bey’in hizmetlerini biliyoruz, en sonuncusu Karacabey yakınlarına Disneyland yapmaktı. Umarım Urfa’ya da aynısını yapmaya kalkmaz. Ya da Ayn-ı Zilha Gölü için buraya iki göl fazla hemen diğerini turizme açalım demeye kalkmaz.  Bu öykü her zaman hoşuma gitmiştir. Öyküyü Sunay Akın’dan ödünç alıyorum. Dikkat Ruha’lı kardeşlerim dikkat.
“1957 yılında Amerika’nın güneyine araştırma yapmak üzere üs kuran NASA’yı bir gün küçük bir Kızılderili çocuk fark eder ve koşa koşa epeyce uzakta bulunan kamplarına gidip büyükbabasına haber verir.
-Büyükbaba, beyaz adamlar gelmiş, aşağıdaki vadide gördüm… Çok kalabalıklar ve bir şeyler yapıyorlar.Yaşlı Kızılderili homurdanmaya başlar, belli ki epeyce sinirlenmiştir.
-Onlarla konuştun mu?
-Hayır, beni görmediler. Ben büyük tepenin üzerinden onları izledim.
-O zaman yarın yanlarına git ve orada ne aradıklarını sor. Küçük Kızılderili ertesi sabah yola koyulur. Üsse varır ve beyaz adamlardan birinin yanına gidip,
-”Burada ne yapıyorsunuz” diye sorar.
Beyaz adamlardan birkaçı küçük Kızılderili’nin basını okşarlar, ona gülümserler ve
-”Hani geceleri gökyüzünde parlayan bir şey var ya, biz buradan onu seyrediyoruz” derler.
-Ayı mı? Peki, ama neden?
Adamlar küçük çocuğun sorusunu yine gülümseyerek yanıtlarlar.
-İleride… Çok yıllar sonra buradan oraya insanları götürebilmek ve orada yeni bir hayat kurabilmek için… Anladın mı?
Küçük Kızılderili şaşkınlığını gizlemeye çalışarak “anladım” der ve koşa koşa uzaklaşır.Öyle hızlı koşmuştur ki, kampa geldiğinde konuşamaz hâldedir. Hemen büyükbabasının yanına gider ve kendisine söylenenleri bir bir anlatır. Yaşlı Kızılderili torununun anlattıklarını dinledikten sonra iyice sinirlenir, bağırıp çağırmaya başlar.Ertesi sabah yine torununu yanına çağırır, hayvan derisi üzerine kızgın bir çubukla ve kendi lisanınca yazdığı notu torununa uzatarak der ki:
-Bunu al, beyaz adamlara götür ve onlara de ki: “Bunu büyükbabam gönderdi… Oraya, yani aya gittiğinizde bunu oradakilere verecekmişsiniz”.
Küçük Kızılderili kendisine söyleneni aynen yapar. Üsteki beyaz adamlardan birine notu verir, büyükbabasının söylediklerini de iletir ve yine koşar adım uzaklaşır.Üs çalışanları, belli bölümleri yakılmış deri parçasına bakıp, bakıp saatlerce gülerler. Ancak aradan bir kaç gün geçtikten sonra, yaşlı Kızılderili’nin o notla, sözde ayda yaşayanlara nasıl bir mesaj iletmek istediğini merak etmeye başlarlar. Bu merak günden güne öylesine büyür ki, bir tercüman çağırmaya karar verirler. Tercüman geldiğinde herkes bir araya toplanır ve merakla beklemeye başlarlar. Bu arada gülüşmeler hâlâ ara ara devam etmektedir.Tercüman deri parçasını eline alır, okur ve ağlamaya başlar. Herkes şaşkındır, gülüşmeler yerini iyiden iyiye meraka bırakmıştır. Tercüman yaşlı gözlerini kalabalığa çevirir ve der ki:
-Not aynen şöyle:
“Bu adamlara dikkat edin, elinizden topraklarınızı almaya geliyorlar”!.”



*Er- Rıha veya Er-Ruha : eskiden Urfa kentine verilen ad.