13 Mayıs 2011 Cuma

KEŞİŞ DAĞI AĞLIYOR

Mehmet KARTAL
Nilüfer Yerel Gündem 21
Genel Sekreteri
Barış Mh.Lozan Sok. İncir Parkı İçi Nilüfer – BURSA
Telefon : 0-224-452 32 00 Faks: 0-224-452 32 03







Bildiri Adı            : KEŞİŞ DAĞI AĞLIYOR
Bildiri Konusu      :Bursa’da Doğal Kaynaklar, Çevre Sorunları, Uludağ


ÖZET

Uludağ, Marmara’nın en yüksek tepesi olmanın yanında Güney Marmara ve Bursa kentinin iklim özelliklerini belirleyen en önemli olgudur. Bildiri, çok sık görülmeyen ve önemsenmeyen bu tanımsal durumu, Uludağ,’ın doğal, teknik özellikleri, ormanı, florası, faunası, su kaynakları, toprak yapısı, iklimsel özellikleri ve turizm potansiyeli açısından ele almayı ve tartışmayı amaçlıyor.

Öte yandan Uludağ bilindiği gibi Milli Park. Uludağ’ın Milli Park olma öyküsü, sonrasında gelişen hukuksal süreç ve Milli Parkı parçalama ve yok etme çabalarının da kronolojik olarak aktarıldığı bildiri, aynı zamanda Uludağ ile ilgili bilgilerimizin güncellenmesini amaçlayan didaktik nitelikler de taşımaktadır.

Bildiri bir bütün olarak Uludağ ile ilgili olarak hazırlanmaya çalışılan bir raporun önsözü yada değerlendirme yazısı gibi de algılanabilir. Bildiri Uludağ ile ilgili genel bir değerlendirme ile sona ermekte ve geleceğe dönük bir planlama çalışmasının da ön hazırlığı niteliği taşımaktadır.







Seçimlerden sonra bizi ne bekliyor?


12 Haziran seçimleri giderek yaklaşıyor.
Seçimler yaklaştıkça adayların heyecanı artsa da sonuçlar 3 aşağı 5 yukarı belli gibi.
Tabi ki sandıkta ne olacağı belli olmaz. Ancak biliminsanları seçimlerden 30 gün öncesinde yapılan alan araştırmalarının genel olarak sonucu gösterdiklerini, büyük, radikal ve beklenmeyen değişimler ortaya çıkması halinde bu durumun değişiklik gösterebileceğini belirtiyorlar.
Yani seçim sonuçları belli gibi ve iktidar partisinin tek başına anayasayı değiştirebilecek çoğunluğa ulaşıp/ulaşamayacağı ve MHP’nin baraj altında kalıp/kalmayacağı tartışmalarını yasadışı videoların medyaya servis edilmesinin gölgesinde tartışıyoruz.
Türkiye 13 Haziran sabahı nasıl olacak?
Bu soruya geniş bir perspektiften bakmak, anayasa tartışmaları ve Türkiye’nin demokratikleşmesi vb. açılardan yaklaşmak mümkün.
Soruna bir de çevre açısından bakalım ve varsayalım ki AKP’nin yeniden iktidar olması ihtimali CHP ve MHP’nin ki kadar olsun.
Yani Türkiye bir iktidar değişikliğine gebe olsun ya da koalisyonlara. Çevre açısından baktığımızda şu anda parlamentoda bulunan 3 parti ve BDP destekli Emek Demokrasi ve Özgürlük Blok’u, Türkiye’de çevre sorunları hakkında ne diyor?
İktidarda yer alan ve bir yandan 48 termik santrale lisans verilmesini, 6 adet nükleer santral yapılmasını 2000 kadar HES ile ülkemiz sularını özel şirketlere devrini pazarlayan hükümetin neleri yapacağını ve planladığını biliyoruz.
Zaten AKP’nin parti programı da bunu teyit ediyor: 
“Güneş, rüzgâr, jeotermal ve biomas gibi enerji türleri yanında yeni hidroelektrik santralleri ile yerli kömüre dayalı, yeni teknolojilerle donanımlı, verimi yüksek, çevreye zararı olmayacak termik santrallerin özel sektör tarafından kurulması desteklenecektir. Petrol ve doğalgaz aramalarına ağırlık verilecektir. Dışa bağımlı doğalgazın kullanıldığı enerji santrallerine alternatif veya ikame yatırım olarak, gerekli güvenlik ve çevre koruma önlemleri alınmak suretiyle, nükleer enerji santralleri kurulacaktır...”
CHP’nin 2011 Seçim Bildirgesine göz attığımızda “Sürdürülebilir Kalkınma” için başlığı altında, “Yerli kaynaklarımıza öncelik veren, çevreye duyarlı ve insan odaklı bir enerji politikası benimseyeceğiz. Ülkemizin sürdürülebilir gelişmesini olduğu kadar, yurttaşımızın esenliğini ve yaşam hakkını temel hedef alacağız. Güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını çevre dostu teknolojilerle kullanarak ve enerji verimliliğini arttırarak, dışa bağımlılığı azaltacağız.” denilmekte ve termik yakıtlar kabul edilmektedir. Aynı başlık altında devamla “Nükleer enerji konusuna evrensel sorumlulukla ve sadece günümüzü değil, gelecek kuşakları da düşünen bir duyarlılıkla yaklaşacağız. Ulusal bir strateji dahilinde, maliyetlerinin düşeceği ve işletme güvenliğinin artacağı beklenen yeni kuşak nükleer reaktörlere odaklı, teknoloji üretiminden atık yönetimine kadar her aşamada söz sahibi olacağımız bir nükleer politika izleyeceğiz. Nükleer teknolojide en yüksek güvenlik kıstaslarını gözeterek, yeni kuşak reaktörlere odaklanan, teknoloji transferini içeren çalışmaları gerçekleştireceğiz.” denilerek nükleer enerji benimsenmektedir.
MHP’nin 2011 Seçim Bildirgesine göz attığımızda da “Enerji dış bağımlılığının azaltılması, kaynak çeşitliliği sağlanarak kesintisiz ve yeterli bir şekilde üretilmesi, güvenli ve çevreye duyarlı bir arz sistemi içinde karşılanması, yerli enerji kaynaklarının verimli kullanılması, nükleer başta olmak üzere yeni enerji teknolojilerini üretecek yetkinliğe ulaşılması sağlanacaktır. Kamu enerji yatırımlarının plânlı ve istikrarlı bir şekilde gerçekleştirilmesi sağlanacak, yerli ve yabancı sermayenin bu alandaki yatırımları teşvik edilecektir. Enerji ihtiyacının karşılanması için yeni ve yenilenebilir enerji kaynakları ile su potansiyelinin değerlendirilmesi ve alternatif enerji kaynaklarından yararlanılmasını öngören yatırımlar ile bu alandaki araştırma ve geliştirme çalışmaları teşvik edilecektir. Nükleer enerji üretim teknolojisine sahip olmak öncelikli hedeflerimiz içinde olup, enerji arz güvenliğinin sağlanması için nükleer santraller kurulacaktır. “ ifadesi ile termik, nükleer ve fosil esaslı bir enerji temini temel alınmaktadır.
Meclis'te grubu bulunan BDP tarafından desteklenen Emek Demokrasi ve Özgürlük Blok’u ise seçim bildirgesinde “Ormanlık alanların ne sebep altında olursa olsun talanına, özelleştirilmesine, inşaat alanı olarak kullanılmasına izin verilmeyecek. Akarsuların, denizlerin, göllerin, yer altı sularının ve toprağın sanayi atıkları ile kirletilmesi kesinlikle engellenecek. Hasankeyf, Munzur, Allionai, gibi tarih ve kültür mirasları, Karadeniz’deki doğal güzellikler HES’lere kurban edilmeyecek, buralarda başlayan HES faaliyetlerine derhal son verilecek. Siyanürle altın arama uygulamasına son verilecek. Nükleer enerji ve fosil enerji kaynakları yerine; “Merkezi Enerji Konseyi”nce hazırlanacak; yeterli, yerli, çevreci, temiz, sürdürülebilir yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının sağlanmasını amaçlayan yeni bir; “Merkezi Enerji Strateji Planı” oluşturulacak. Ekolojik yapıyı ve toplum yararını gözeten bir politika izlenecek, özelleştirmelere son verilecek, enerjinin üretimi, iletimi ve dağıtımı merkezi olarak planlanacaktır” biçiminde termik, nükleer ve HES’lere açıkça karşı çıkılmaktadır.
Öte yandan tüm partilerin ortak diskuru çevrenin korunması olarak ifade edilmektedir.
“AKP enerji politikasının temelinde, ulusal çıkarlarımızı koruyarak enerji arzının güvenliğini ve devamlılığını sağlamak, rekabete dayalı bir enerji piyasası oluşturmak ve duyarlı olduğumuz çevreyi ve insan sağlığını korumak bulunmaktadır.” denilirken, “CHP, çevresel ve ekolojik riskleri en aza indirmek, sürdürülebilir kalkınmaya katkıda bulunmak ve insani gelişim ve sosyal adaleti geliştirmek amacıyla yeşil ekonomi modelini benimsemektedir. CHP, “ne olursa olsun kalkınma” değil, doğayla barışık sürdürülebilir kalkınma anlayışını savunur" ifadesi kullanılmaktadır.
Şunu söylemek olanaklıdır.
Partiler bir yandan çevreci bir söylem tutturmuş gibi görünseler de parti programlar ve seçim beyannameleri çelişkilerle dolu ve açıkça termik santraller, nükleer enerji ve fosil temelli yakıtlarla bir enerji arzı partilerin ortak kabulü olarak ortaya çıkmaktadır.
AKP’nin yerine diğerlerinin iktidarı da çevre tahribatları açısından bir farklılık içermemektedir.
Şu an itibariyle Kütahya’da Siyanür liçi dolu baraj çökmek üzeredir.
Bartın’da, Gerze’de, Çan’da, Bayramiç’te, İskenderun Körfezi’nde termik santraller için ayağa kalkmış olanlar, Akkuyu ve Sinop’un yanında sayısı altıya çıkan Hopa ve İğneada nükleer santral yapılmaması için mücadele yürütenler, ülkenin dört bir yanında ama özellikle Karadeniz’de HES’ler aracılığı ile suyun ticarileştirilmesine, derelerin ve dolayısıyla yaşam alanlarının yok edilmesine karşı ayaklananların bu mücadeleleri ortaklaştırmasının zamanı gelmiş ve geçmektedir.
Çünkü iktidar değişse bile çevre tahribatının süreceği ve yaşam alanlarımıza dönük tehdidin büyüyeceği açıktır. 

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Sayın Başkan Altepe’ye Açık Davet

BASIN VE KAMUOYU DİKKATİNE!


Geçtiğimiz ay Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe tarafından basına açıklanan ve Belediye’nin resmi web sitesinde de yer alan Marmara Denizi’ni Uluabat Gölü ile buluşturma Projesi hakkında, 11 Mayıs 2011 tarihli gazetelerde yeni bir haber yer almaktadır. Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından ABD’den getirilen hovercrafta, Recep Altepe’nin yanında Mudanya Yelken Kulübü Başkanı, BUSKİ Genel Müdürü ve yardımcıları ile Büyükşehir Belediyesi’nden diğer bürokratların katıldığı yayınlanan haberlerde görülmektedir. Sayın Altepe önceki denemesinde hem Göl içindeki sedimantasyondan hem de Kocaçay dibindeki dip tortusundan ilerleyememişti. Marmara Denizinden gelecek teknelerin Uluabat Gölü’ndeki turizmi geliştireceği söylenen proje için daha hazırlık aşamasında Göl Sayın Başkan’a yol vermemişti.
Uluabat Gölü’nün Marmara ile buluşturulması Projesi, Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından 17.05.2005 tarih ve 25818 sayılı resmi gazetede yayınlanan Sulakalanların Korunması Yönetmeliği’ne göre değerlendirilmelidir. Yönetmeliğin 1. maddesi “  Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme (Ramsar Sözleşmesi)'nin uygulanmasına yönelik, uluslararası öneme sahip olsun veya olmasın tüm sulak alanların korunması, geliştirilmesi ve bu konuda görevli kurum ve kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyon esaslarını belirlemektir.” hükmündedir. Ayrıca aynı yönetmeliğin 7. Maddesi hükmüne göre  “  Koruma bölgeleri içerisinden doğal sulak alanların ekolojik karakterini ve fonksiyonlarını olumsuz yönde etkileyecek ölçüde yerüstü ve yeraltı suyu alınamaz, sistemi besleyen akarsular ile diğer yüzey suların yönleri değiştirilemez veya sistemde su depolanamaz. Sulak alanlardaki su rejimini etkileyebilecek her türlü faaliyet için planlama aşamasında Bakanlığın uygun görüşü alınır. “
Öte yandan ülkemiz AB sürecinde çevre faslında müzakereleri yürütmeye başlamış olup, şu anda çeviri ve düzenlemeleri süren AB Habitat Direktifi (92-43-EEC) ve AB Yaban Kuşları Direktifi(79-409-EEC) yakın zamanda yürürlüğe girecektir. Direktiflere göre ülkemizin koruma alanları arasında ekolojik koridorlar oluşturması gerekecektir. Manyas Gölü, Uluabat Gölü ve Kocaçay Deltası gibi bölgede bulunan ve her üçü de koruma altında olan bölgeler arasında kalan alanların ekolojik koruma koridorları ile geliştirilmesi ve koruma altına alınması ile Sayın Başkan’ın hayali gerçekten hayal olabilecektir.
Bu nedenle Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı tarafından gündeme getirilen proje için Sayın Altepe’yi başkaca adımlar atmadan, her ikisi de koruma altında olan Uluabat Gölü ve Kocaçay Deltası için projelerini tartışmak üzere Kamu Kurumlarının temsilcileri, Üniversite Temsilcileri ve Sivil Toplum Kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan ve Bursa Valiliği tarafından Başkanlığı yürütülen Bursa Yerel Sulakalan Komisyonu’na başvurmaya ve projesini bu komisyonda görüşmeye davet ediyoruz. 


3 Mayıs 2011 Salı

İmam-cemaat ilişkisi


Başbakan’ın, 30 milyar dolar teklif geldiğini söylediği Kanal İstanbul projesini açıkladığı günden beri Türkiye seçimleri bile unuttu ve bu proje tartışılıyor.
Usame Bin Ladin’in ölümü bile gazetelerde bu projenin önüne geçememiş durumda.
Projenin içeriği ve İstanbul için anlamını tartışmayı başka bir yazıya bırakarak, Recep Altepe’nin Başbakan’ın bu projesinden haberdar olduğu kantine ulaştığımı belirtmeliyim.
Sanırım, Başbakan Recep Altepe’ye Büyükşehir Belediye Başkanları ile yaptığı toplantıda bu projeden söz etmiş. Recep Altepe’nin de aklına Bursa için bir çılgın proje yapma fikri gelmiş olmalı.
Yoksa Uluabat Gölü’nü Marmara Denizi’ne bağlamak gibi bir hayalin peşinden neden koşsun değil mi?
Üstelik bunun yapılacağı bölge Büyükşehir Belediye sınırları içinde bile değilken.
Ama biliyoruz ki Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı’nın uzunca bir zamandır istediği ve merkezi hükümetten talep ettiği gerçekleşirse-ki seçimlerden sonra gerçekleşme olasılığı yüksek- Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin sınırları genişleyecek ve Altepe çılgın projesi için zemin kazanmış olacak.
Ancak buna karşın Uluabat’ı Marmara’ya bağlamak isteyenlerin projelerini gerçekleştirmeleri zor.
Neden mi?
Uluabat Gölü’nün ortalama derinliği 1-2 metre seviyesinde, Uluabat Gölü doğal bir marina olamaz, yatlar açılan kanaldan geçse bile gölde yüzemeyecektir. Nil nehri düzgün bir derinlik seviyesine sahiptir ve derinliği 8 metreden daha fazladır. En geniş bölgesi 25 km, en dar kesimi 40 metre civarındadır.
Uluabat Gölü’nün 1900’lü yılların başında derinliği tekne işleyebilecek düzeyde olmasına karşın son yüzyılda Susurluk Havzası'ndaki kötü toprak kullanımı, aşırı erozyon, tarım topraklarının amaç dışı kullanımı gibi nedenlerle ortaya çıkan sediment taşınması ile dolduğundan, böyle devam eder ve önlem alınmazsa Göl 80 yıl içinde tamamen dolarak bataklığa dönüşecektir.
Ayrıca sadece Uluabat Köyü’ne gidip bakmakla tüm "Susurluk Havza Sistemi" kavranamaz. Ülkemizdeki 25 havzadan biri olan Havza karmaşık birçok durumu bünyesinde barındırmaktadır. 
Örneğin, sediment taşınımı nedeniyle Mustafakemalpaşa Çayı’nın göle girdiği delta ile Göl’ün en büyük adasıyla birleşmek üzeredir. Çınarcık Barajı’nın Uluabat Gölü’ne su vermeye başlamıştır ve bu nedenle bir taşkın vb. olmamıştır.
Uluabat Gölü’ne gelen su fazla değildir, tam tersine yıllara göre Göl’e giren su miktarı azalmıştır. Göl havzasındaki her bir kuşun böceğin, balığın o suyun her bir damlasına ihtiyacı vardır ve Göl üç milyon yıldır olduğu gibi kendi su bütçesini kendisinin ayarlayabilir.
Hem Uluabat Gölü hem de Kanal yapılması düşünülen Kocaçay Deltası Koruma Alanı olarak ilan edilmiştir. Her iki bölgede hem Ramsar hem de Bern ve Paris Sözleşmeleri ile korunmaktadır. Dolayısıyla buralarda yapılacak her faaliyet için ülkemiz yasaları yanında bu sözleşmelere de uyulması şarttır.
Uluabat Gölü ve Kocaçay Deltası ile Manyas Gölü Palearktik Doğu Kuş Göç Yolu üzerinde olması nedeniyle her yıl yüzlerce türden milyonlarca kuşa ev sahipliği yapmaktadır.  Uluabat Gölü, Avrupa, Ortadoğu ve Türkiye’deki en çok balık çeşitliliğine sahip göllerin başında gelmektedir.
Proje ile Uluabat çıkış ayağını genişletip, derinleştirmenin Susurluk Havzası sistemi içinde Kocadere’ye bağlanan Simav Çayı ile Nilüfer Çayı’ndan ve en önemlisi Göl’den daha fazla su çekecek olması nedeniyle Havzanın su rejimini bozulacağı açıktır.  
Başbakan’ın İstanbul için önerdiğinin benzerini öneren Altepe için halk arasında çok kullanılan imam-cemaat ilişkisini özetleyen atasözünden başka bir şey gelmiyor insanın aklına ister istemez.