Dün 12 Eylül darbesinin 28. Yılını idrak ettik. 12 Eylül büyük bir silindir gibi üzerimizden
geçmesinin yanında, Anadolu topraklarında bir çok şeyi neredeyse tersinmez
biçimde değiştirmiş gibi görünmekte. Hala 12 Eylül’ü yapan cuntacılarla
hesaplaşıp, onları yargılayıp, komşumuz Yunanlılar gibi hapiste ölümlerini
görmedik.Darbelerle ilgili olarak Yunanistan’dan ithal ettiğimiz konuğumuz gibi
darbe yapmaya yeltenenleri akıl sağlığı yerinde olmayanlardan saymıyoruz, bir
bölüm insan bu kişileri halihazırda yüceltmekte ve çeşitli sivil toplum
örgütlerine başkan bile yapmaktadır.
Bir yandan 12 Eylül
yıldönümü bize bunları düşündürürken diğer yandan Trabzon’da olan ve hemen tüm
gazetelere yansıyan başka bir haber dikkat çekti. Yurttaşlar, Toplum Destekli
Polis tarafından açılan gönüllü parmak izi bürosunun önünde kuyruklar
oluşturmuşlar. Gönüllü olarak kendi bilgilerini ve parmak izlerini elektronik
sisteme vermek için izdiham yaratmışlar.
Hala anlamayan ve çok
merak eden varsa işte size 12 Eylül’ün toplumsal sonuçları…
ABD’de 1980’li yılların
ortalarından itibaren profesyonel polislik yerini toplum destekli polislik
uygulamalarına terk etmeye başlamış. Ülkemizde bu çalışmayı yürütenler “Problem
çözmeye odaklanmak suretiyle sorumluluk ve etkinliği geliştirmeyi hedefleyen,
müşteri odaklı hizmet sunma felsefesi, önleme, problem-çözme, toplumla
işbirliği ve ortak çalışmalar gibi faaliyetlerin yanı sıra, geleneksel kolluk
uygulamaları özelliklerini de kapsayan polisiye servislerin sunulması suretiyle
suç ve sosyal düzensizliğe odaklanan bir felsefe, bir bölgeye atanan ve o bölge
sakinleri ve o bölgede çalışan ve yaşayan esnaflar ile birlikte çalışmayı,
onlarla buluşmayı kapsayan polislik metodu olarak tanımlamaktadırlar.
“Müşteri odaklı bu
felsefe” hepinize tanıdık geliyor değil mi?
Toplum destekli polis
çalışması, pilot olarak çeşitli illerde üstüne üstlük AB kaynaklı bir finansman
yöntemi ile örgütlenmekte ve yürütülmektedir.
Hemen tümü yüksek öğrenim görmüş, motorize haldeki ekipler, bu kentlerde
ya kapınızı çalmakta, ya sitelerde okullarda toplantılar düzenlemekte ve
etkinliklerini gün geçtikçe arttırmaktadırlar. Elbette ülkenin kolluk güçleri
kendince uygun gördüğü yöntem ve alanlarda faaliyetlerini yasal mevzuat çerçevesinde
yürütebilir.
Burada asıl sorgulanması
gereken, yurttaşların kendi ayakları ile giderek kişisel bilgilerini- ki parmak
izi çok önemli bir kişisel bilgidir- vermeleridir. 12 Eylül’ün üzerinden henüz
birkaç yıl geçmiş olduğu günlerde İstanbul’da Nazi kıyafeti giyerek yurttaşlara
kimlik soran ve onları yere yatırarak üstlerini arayan, durdurduklarına topluca
ve saçma hareketler yapmalarını emrederek bunları yaptıran tiyatrocuları
hatırlayalım. O zaman Nokta Dergisi’ne kapak olan bu ironik faaliyet üzerinde
çok yazılıp çizilmişti.
Aradan geçen 30 yıla
yakın süre o günkü ironik faaliyetin, nasıl bu gün parmak izi olayıyla
genlerimize kadar işlediğini ortaya koyan önemli bir gerçek olarak karşımızda
durmaktadır.
Yurttaşlık haklarını
bilmeyen, en basit doğrular ile yanlışları birbirinden ayıramayan ve yaşadığı
dünyaya hükmetmek için müdahale etmeyen bir ülke yaratan 12 Eylül, ikiz
kulelere çarpan uçakların yarattığı ve ABD’yi yönetenlerin mal bulmuş mağribi
gibi üzerine çullandıkları yeni güvenlik anlayışının yansımaları bu durumu
giderek güçlendirmiş, özel yaşamın mahremiyetine yönelik ve insan hakkı ihlali
bile sayılabilecek uygulamalar sıradan işlemlere dönüşmüş durumdadır.
Aklın egemenliği yerini
güvenliğin barbarlığına bırakmış durumdadır. Trabzon’da rahip cinayetleri ve
Hırant DİNK’in cinayetini ört bas etmek olarak kendini belli eden ve bir çok
yazar-çizer-sanayici meşhurun Trabzon’u seviyoruz, kenti kirletmeyin nidaları
da yakın geçmişin unutulmuş gazete sayfalarını süslüyor. Hatta gazete kağıtları
henüz sararmadı bile…
Yine yakın geçmişte bir
koyun sürüsü önde giden koyunun ardından kendini uçurumdan ölüme atmıştı.
Gazeteler bunu alay konusu yapmışlar ve kendimize hiç ders çıkarmaya
çalışmamıştık.
12 Eylül geçeli çok oldu
değil mi?
1990’da doğan oğlum hala
bana soruyor:
O günlerde olanlarla
ilgili öğrendiklerim gerçek mi baba diye….
Sizce ona ne söylemek
gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder