26 Eylül 2011 Pazartesi

Türkiye’nin doğası yok oluyor


Özellikle kıyı alanlarında, meralarda, ormanlarda, sulak alanlarda, doğal ve arkeolojik SİT alanlarında dilediği gibi inşaat yapmasını önleyen yasal mevzuatı tek elde toplayıp, bağımsız kurulları ortadan kaldırma icraatı yoğunlaşarak artmaktadır.
Önce 6223 sayılı Yetki Kanunu, sonra 644 sayılı ve 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerle Çevre ve Orman Bakanlığının işlevi çökertilmiş, yerine konulan bakanlıklar ve KHK’ler sayesinde ülkemizde kısa vadede en büyük rant ve özellikle doğal alanlarda arazinin arsaya dönüştürülmesi ve sonra imar planı uygulamaları ile elde edilen arsa ve yapılaşma rantının bölüşümüne kapı açılmaktadır.
648 No’lu KHK ile doğal alanları sermayenin hizmetine açmanın yasal dayanağını oluşturan “Tabiatı ve Biyoçeşitliliği koruma” yasasına karşı oluşan onca tepkiye rağmen toplumsal muhalefet, hatta meclis baypas edilerek aynı içerikte bir karar mecliste tartışılmaya gerek görmeden çıkarılıyor. Bu yasalar ile sermayenin yaşam alanlarını talan etmesinin hedeflendiği açık bir gerçekliktir. Yasa, su kaynaklarımızın HES’lere ve su şirketlerine devrini mümkün kılmaya çalışmaktadır. 
Sayısı 4000’lere ulaşan HES projelerinin ve yine geçtiğimiz günlerde DSİ tarafından yayınlanan bir yönetmelikle mikro HES’lerin izne dahi tabi olmadan yapılabilmesinin yasal olarak önünü açtılar. Çıkarılan yasa ve yönetmeliklerle irili ufaklı HES sayısının 10.000’lere ulaşacağını gerçeği ile karşı karşıyayız. 648 No’lu KHK ile doğal SİT alanlarının, milli parkların, ormanların ve tüm koruma alanlarının şu an var olan statüleri ortadan kaldırılmıştır. Bu güne kadarki uygulamalarını göz ününe aldığımızda bu alanlar yeniden tanımlanırken kriterlerinin neler olabileceği bellidir.
İşte bu nedenle evvelce yalnızca DPT, Bayındırlık Bakanlığı ve belediyelerde olan merkezi ve yerel yönetim planlaması yaklaşık 10 kuruluş arasında dağıtılmış ve bu kargaşa ortamından yararlanılarak plansız ve hukuksuz girişimler artmıştı.
TOKİ ve Tapu Kadastroyu bünyesine alan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, KHK’ler ile tepeden inme plan, proje ve hatta inşat ruhsatı/yapı kullanma izin belgesi verme yetkileri ile donatılarak büyük inşaat projelerinin daha çabuk ve engelsiz yürütülmesi sağlanmıştır. Böylece Arap emirlerine, uluslararası inşaat firmalarına, HES ve nükleer enerji pazarlamacılarına, masa başında söz verilen ancak DOĞA KORUMA ve PLANLAMA HUKUKU engeline takılan büyük projelerin önü açılmıştır.
Hükümetin seçim öncesinde rafa kaldırdığı Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu hükümleri yürürlüğe konulmuş ve ayrıca İmar Kanunu, Yapı Denetim Kanunu, Maliye Bakanlığı kuruluş ve Görevleri h.k Kanun, 2863 sayılı Kanunda çok önemli değişiklikler yapılarak engeller kaldırılmıştır. Bu kanun KHK ile özellikle devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kamu arazileri/arsaları/binaları çok kısa süre içinde inşat sektörüne pazarlanacaktır.
2004 yılında Madencilik Kanununda, maden işletmelerine doğal SİT alanlarında bile maden arama ve işletme yetkisi veren ve sonra Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen kanunun amacı bu defa tüm ülke genelinde yürürlüğe girmiştir.
Hükümet Kültür Bakanlığından çekip kopardığı doğal sit alanlarının derecelenmesini yeniden yapacak ve tamamen Bakanlık ağırlıklı Merkez ve Bölge Komisyonlarıyla icraatını yürütecektir. Bu arada 17 Ağustos tarihi itibarıyla Koruma Bölge Kurullarının mevcut üyelerinin sona erdirilmesi de bu operasyonun önemli bir parçası olarak değerlendirilmelidir.
Merkezi idarenin emir ve talimatlarına karşı demokratik direniş haklarını kullanmaya başladıklarında anda ise yine Hükümetin kontrolündeki Özel Yetkili Mahkemelerin çok özel uygulamalarına muhatap olacaklardır.
Çünkü, Anayasa Mahkemesinin yapısı ve üyelerin niteliği 12 Eylül Referandumu ile yeniden dizayn edilmiş ve ‘’dikensiz gül bahçesine’’ uygun Yeni yapılanmadan sonra ‘’sosyal devlet’’, özelleştirme’’, ‘’çevre koruma’ gibi konularda eski korumacı kararlardan rücu edilmeye başlanmıştır.
Bu arada yine 12 Eylül ile yeniden düzenlenen HSYK’nın, Danıştay ve Yargıtay’a seçtiği yeni üyeler ile bu kurumların yapısı da değişmiş ve bu yapılanma yargıç tayinlerine ve yeni kararlara sirayet etmeye başlamıştır.

KHK ile maden faaliyetlerinin önündeki yasal engeller de kaldırılmıştır. Şuan ülke topraklarının %60’ına yakın bölümünde maden arama lisanslarının dağıtıldığını biliyoruz. Karadeniz bölgesine turizm adı altında yapılmaya çalışılan “Samsun’dan Artvin’e açılacak yayla yolunun amacı maden şirketlerinin arama faaliyetleri için bir alt yapı çalışması olduğu gerçeğini unutmuyoruz.
Artık mahkeme karaları ile bu sürece müdahale etmemiz mümkün değildir. Bu nedenle yaşam alanlarımızı dişe diş savunmaktan başka hiçbir çaremiz kalmamıştır. Bu süreci tersine çevirmek için her şeyi yapacağımızı ve yapacağımız her faaliyetin de meşru olacağını biliyor ve buna inanıyoruz.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, sit kararı alan koruma kurulu üyelerinin görevine son verdi. Cumhuriyet tarihi boyunca alınan sit kararları yeniden gözden geçirilecek. Bu kararla Çevre Bakanlığı, çevrecilerin en büyük yasal dayanaklarını ellerinden aldı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Türkiye genelindeki binden fazla 'doğal sit' alanı için şoke eden bir karar aldı. Bakanlığın kararnamesi ile cumhuriyetin kuruluşundan bu yana doğal SİT kararlarının yeniden incelenmesinin yolu açıldı. SİT alanları hakkında tek yetkili olan 'koruma kurulu' üyelerinin görevleri de sona erdi.
SİT alanları ile ilgili her türlü bilgi ve belge, 6 ay içinde bakanlığa gönderilecek. Bakanlık, uzmanlardan oluşturacağı komisyon aracılığıyla tek tek inceledikten son daha önce verilmiş sit statülerinin devam edip etmeyeceğine karar verecek.
Elbette insan haklarını savunma, çevre ve doğayı kurtarma mücadelesi yine yürümeye devam edecektir. Ancak, bu mücadelenin yargısal alandaki işlevi artık çok sınırlıdır.
Sonuç olarak, bu ülkenin çevre, doğa ve ekolojisi çok büyük tehdit altındadır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder