Türkiye, yaklaşık altı ay sonra Mart 2009’da su konusunda dünyanın
en büyük organizasyonuna ev sahipliği yapacak. 160 dan fazla ülkeden yüzlerce
devlet adamı ve uzmanı buluşturacak 5. Dünya Su Forumu Mart 2009’da İstanbul’da
yapılacak. Dünya Su Konseyi, BM Barış Gücü’ne benzer bir uluslararası ‘Su Barış
Gücü’ kurulmasından, Su Konseyi’nin bugüne kadar ne yaptığına kadar bir çok
konu masaya yatırılacak ve 5. Dünya Su
Forumu’nda tartışılacak. Forumun teması, ‘Farklılıkların Suda Yakınlaşması’
olarak belirlenmiş durumda. Bu kuruluş, kendisini, ''Dünya Su Güvenliği İçin
Çok-Yönlü Uluslararası Bir Ortaklık'' olarak tanımlıyor. Dünya Su Konseyi, 300
üyeli bir uluslararası kuruluş. Konsey’in
ana programının oluşmasında, çokuluslu şirketler ile Dünya Bankası'nın
görüşleri esas alınmış. Dünya'nın milyarca insanı yani gerçek su tüketicileri
ise Dünya Su Konseyi'nde temsil edilmiyorlar.
Dünya Su Konseyi Başkanı Fauchon’un verdiği bilgiye göre
dünyada halen 1.1 milyar kişinin temiz suya ulaşamıyor. Suya bağlı hastalıklar
savaşlardan daha fazla ölüme sebep oluyor. Her 10 yılda dünya nüfusu 1 milyar
artıyor. Bu da daha fazla su tüketimine sebep oluyor. Günümüzde dünyanın su
tüketimi geçen yüzyıla göre üç kat fazla. Gelecek yıllarda daha da fazla olacak
gibi görünüyor. Dünya Su Konseyi su sorununu nasıl algılıyor ona bir bakmalı:
- Dünyanın çeşitli
coğrafyalarında, kentlerdeki yüksek nüfus artışı su kaynakları üzerine
aşırı baskı getirmekte bu durum suyun sunumunda kıtlık yaratmaktadır.
- Suyun üretim maliyetleri yapay
olarak düşük fiyatlandığı için su tüketiminde israf doğmaktadır. Bu
nedenle suyun maliyetlendirilmesi ve fiyatlandırılması tekrar
düzenlenmelidir.
- Devletler ve yerel yönetimler,
düşük yatırım, popülizm ve yolsuzluklar nedenleriyle suyun sunumunu becerememektedir.
- Güvenli su üretimi, dağıtımı
için özel sektörü, bu işe ortak yapmak; daha da açıkçası bu işlevleri
özelleştirmek gerekir.
- Su için şimdilik kaydıyla bir
savaş olmuyor ancak bazen gerilimler yaşanıyor. Bundan birkaç yıl önce ‘su
koruyucuları’ adlı bir öneride bulunuyorlar. Uzmanlardan oluşan belirli
bir güç oluşturup, bir bölgede su konusunda bir çatışma olduğunda direkt
olarak faaliyete geçecek biçimde. Bu birliğin görevi su konusundaki
çatışmaları gidermek ve organizasyonu sağlamak. Daha önce teklif edilen bu
birlik, İstanbul’daki forumda tekrar konuşulacak. Bir çalışma grubu
kurulacak ve somut sonuçlar alınmaya çalışılacak. Bu güç, bölgesel bir güç
mü, uluslararası bir güç mü, yoksa Birleşmiş Milletlere bağlı bir güç mü
olmalı, bunların üzerinde halen çalışılmakta.
Bu liste neredeyse bir bütün olarak Latin Amerika'da altyapı yatırımları için verilen Dünya Bankası
kredilerinde, bazı İMF anlaşmalarında ön koşul olarak yer aldı. Ve, bu koşullara
teslim olan siyasi iktidarlar, özellikle
Latin Amerikalı kent yoksullarının şiddetli direnmeleriyle karşılaştılar.
Bolivya'da su dağıtımını üstlenen iki uluslararası şirkete karşı başlatılan su
savaşları, bir halk ayaklanmasına dönüşerek Evo Morales 'i başkanlığa getiren
sürece de yol açmış, etki etmiş oldu.
Pekala 4. Dünya Su Forumu neden Meksika'da yapıldı. Özelleştirilen su sistemlerinin nasıl işlediği,
bu konuda on beş yıllık ''deneyimi'' olan Meksika'da denenmişti. Meksika’da
olanlar, kamu yararına değil, karını maksimize etme peşine olan çokuluslu
şirketlerin, su satış fiyatlarını çarpıcı oranlarda yükseltmeleri ile başlamış;
faturaları ödeyemeyen yoksul bölgelerdeki konutların sularının
kesilmesinden, sözleşmelerle garanti
edilen yatırımların yapılmamasına, temiz
sudan yoksun insanların sayısının daha da artması anlamına gelmiş. Bu nedenle
Meksikalı yoksullar, ülkelerinde yapılan
Forumu protesto ettiler ve tüm dünya insanlarına seslendiler: ''Su bir insan hakkıdır.''
Türkiye’nin güçlü bir su politikası var mı? Türkiye su
politikası konusunda çok iyi bir deneyime sahip mi? Türkiye’nin geçmişte elde
ettiği bir deneyimi var, özellikle barajlar konusunda, suyun taşınması
noktasında ciddi deneyimleri var. İçinde bulunduğumuz yılda ülkemizde DSİ
eliyle bir çok kentte ve noktada çeşitli sempozyum, toplantı ve etkinlikler
yapılmakta. Bu toplantıların tümü 5. Dünya Su Forumu’na hazırlık niteliği
taşıyor. Bu günlerde TÜSİAD su konusunda hazırladığı ikinci raporu yayınlıyor (Rapor
1 : Türkiye’de Su Yönetiminin Durumu: Sorunlar ve
Öneriler” Prof. Dr. Ayşegül Tanık, Prof. Dr. Necdet
Alpaslan ve Doç. Dr. Deniz Dölgen Rapor 2 : “Şebeke Suyu Hizmetlerinde Özel Sektör Katılımı: Dünya Uygulamaları Işığında Türkiye İçin Model Tartışması” Rekabet Kurumu Uzmanı Bülent Gökdemir )ve TÜSİAD Başkanı “Sosyal ve ekonomik olumsuzları
bertaraf edecek şekilde planlanmış bir yasal
çerçeve kapsamında şebeke suyu hizmetlerine özel
sektör katılımının sağlanması ile bu sorunların bir
bölümünün giderilmesi ya da etkisinin sınırlandırılmasının mümkün olabilecektir.”
diyerek olaya son noktasını koyuyor.
TÜSİAD, kurak geçen bir yazın sonrasında, barajlarımızın doluluk
oranlarının % 20’lere düşmesinden, suyun bireylerin en temel gereksinimi
olmasından, ikame edilemez olmasından dem vurarak, Dünya Su Konseyi ile aynı
tespiti yapıyor. “Su sorunu temelde suyun miktarının ve kalitesinin yeterli
olmamasından kaynaklanmaktadır. Artan nüfus ve şehirleşme, küresel iklim değişiklikleri, sulamada kullanılan yanlış yöntemler, kaçak ve bilinçsiz
kullanım gibi etmenler de su kaynakları üzerindeki baskıyı arttırmaktadır. Buna
ayrıca mevzuattaki karmaşa ve yönetimsel sorunlar da
eklenince su kısıtı, yerel, ulusal, bölgesel ve uluslararası sorunlar halinde
karşımıza çıkmaktadır.” Hükmünü vererek
dilinin altındaki baklayı çıkarıyor.
“Türkiye’de su hizmetlerine yönelik hukuki ve idari düzenlemeler dağınık ve parçalı bir yapı arz etmekte ve kurumlar
arasında yetki karmaşası yaşanmaktadır. Ayrıca, artan kirlilik ve kısıtlı kaynaklar karşısında yerüstü ve yeraltı su kaynaklarının kalitesinin
izlenmesi için sürekli izleme sistemlerinin kurulması gerekmektedir.…Suyun
ekonomik bir mal olarak kabulü ve son derece yüksek finansman gerektiren
altyapı yatırımlarının zorunluluğu, hizmetin merkezi veya yerel kamu otoritesi tarafından sağlandığı örneklerde etkin olmayan yönetim ve düşük kalite gibi sorunları da beraberinde getirmiştir.Dünyada da benzer örnekleri bulunan bu durum, Şebeke
suyu hizmetlerinde özel sektör katılımı seçeneğini gündeme taşımıştır….
Türkiye için şebeke suyu hizmetlerine özel sektör
katılımı düşünüldüğü takdirde, uygun düzenleme rejimi, politika yapıcı kurumların eşgüdümünde ve hizmetin özel sektör katılımına
açılması öncesinde tesis edilmelidir. “ diyerek niyetini ortaya koyuyor. (09.09.2008
TÜSİAD Başkanı Konuşması, www.tusiad.org.tr)
Uzun lafın kısası, 5.Dünya Su Forumu, neden ülkemizde toplanıyor diyenlere
cevabı veriyor. Uluslararası sermaye ile “yerli” sermaye tam bir uzlaşma ve
anlaşma içinde, hükümet güçlerini de her zaman olduğu gibi yedeklerine alarak
önemli bir hazırlık yapmaktalar.
Uluslararası Neo-liberal sistemin aşırı birikim ve
sermayenin değersizleşmesi krizine karşı geliştirdiği çözümler, son 30 yılda
eğitimden sağlığa, sosyal güvenliğe, ulaşımdan enerjiye, telekomünikasyondan
posta hizmetlerine kadar uzanan ve insanlığın bütün değerlerinin
metalaştırılmasını hedefleyen bir sürece odaklanmış bulunmaktadır. Krizin
şiddetlenmesiyle sermayenin merkezileşme eğilimi daha gözle görülür hale
gelmiş, başta Orta Doğu olmak üzere bütün doğal enerji koridorları
kapitalistler arası paylaşımın konusu haline getirilirken; dünyamızda canlı
hayatın sürmesinin en temel unsuru olan suyun da ticarileşmesi gündemdeki
yerini almaya başlamıştır. İçme ve sulama suyu şirketlerinin yanı sıra inşaat,
enerji, maden, gıda, kimya, metal ve daha pek çok endüstride faal olan büyük
şirketler su çıkarma, dağıtım, sulama sistemleri, hidroelektrik santraller ve
baraj yapımı ihalelerinde boy göstermeye başlamıştır.
Öte yandan bizleri neler bekliyor :
- suyun ticarileştirme
çabaları yalnızca yoksulların ve varoşların temiz suya erişim hakkını
tehdit etmekle de kalmamakta, yeni baraj ve santral inşaatları yüzünden
dünya halklarını ve gelecek nesilleri mevcut su havzalarının tümüyle
kaybedilmesi,
- Havzalardaki canlı
yaşamın sona ermesi,
- Tarihi ve kültürel
mirasın yok edilmesi(Hasankeyf-Allianoi vb.)
- Suyun metalaşması,
ayrıca, bugüne kadar başta belediyeler olmak üzere su dağıtımında çalışan
emekçilerin taşeronlaşması,
- Bu sürecin gerektirdiği yüzlerce üretim
kolunda istihdam edilen emekçilerin emeğinin daha da değersizleşmesine ve
kazanılmış haklarını kaybetmesi,
- Ayrıca, tarımdaki
hızlı kapitalistleşme sürecinde tohum, gübre vd. zorunlu ihtiyaçlarını
temin etme gücü bile kalmamış olan ve geçimlik tarımla yaşamını sürdürmeye
çalışan milyonlarca küçük çiftçi için ölüm anlamına gelecek olan suyun
ticarileşmesinin diğer dolaysız ve dolaylı etkilerinin neler olacağı henüz
tam olarak öngörülememektedir.
- Suyu satın almaya
gücü yetmeyen milyonlarca köylü ve çiftçinin topraklarından koparılarak
büyük kentlere fırlatılmasının sonuçları, yığınsal işsizliğin ve sefaletin
doruğa çıkması, çarpık kentleşmenin en uç noktaya ulaşması ve dolayısıyla
kentlerin varoşlarında daha da çekilmez boyutlara erişecek olan suya
erişim hakkı ihlalleriyle özetlenemeyecek kadar ağır ve yıkıcı olacaktır.
Ülkemiz de bu devasa
sorunlarla yüzleşmek zorundadır. Okullarda öğretilenin tersine su fakiri olmaya
çoktan aday olan ülkemizin mevcut su kaynaklarının yukarıda yer alan değerlendirmeler
ışığında yeniden ve farklı bir anlayışla değerlendirilmesine, su üzerinde
mevcut yetki ve kullanım haklarının yeniden tanımlanmasına olan ihtiyaç kendini
yakıcı olarak hissettirmektedir.
Mehmet KARTAL
Nilüfer Yerel Gündem 21 Genel Sekreteri,
TÜRÇEP(Türkiye Çevre Platformu) Dönem Sözcüsü, Bursa Yerel Sulakalan Komisyonu Üyesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder