22-29
Haziran 2006 tarihleri arasında Nilüfer Belediyesi yurtdışına teknik bir
inceleme gezisi düzenledi. Gezide Amsterdam – Brüksel – Paris – Barcelona –
Lyon - Cenevre – Zürich kentlerini gezme ve inceleme olanağı buldum. Her kentte
yaklaşık 2 gün kalınarak ve neredeyse tümü otobüsle gerçekleşen bu gezide
edindiğim izlenimleri sizlerle paylaşmayı amaçlayarak, giderken yeni dergide
yazı için yer ayırmalarını arkadaşlarımdan istemiştim. Yurtdışından döneli
epeyce bir zaman geçti. Tembelliğimden mi bilinmez ama fırsatım olmasına karşın
yazıyı yazmak bir türlü olanaklı olmadı.
Önceki gece uzun uzun düşündüm neden yazıya elim gitmiyor diye...
Sanırım
yurtdışında gördüğüm kentlerin bende yarattığı hayal kırıklığı yazıyı geciktirdi.
Daha önce Sofya’ya gittiğimde de benzeri bir ruh haline kapıldığımı net olarak
hatırlıyorum. Düşlerimi kıran neydi peki? Kesin olarak anladığım bir şey var.
Ben batılı değilim. Yani klasik anlamda batılı gibi düşünen yaşayan ve yaşamı
kavrayan biri gibi görünsem bile ruhumun -ki en önemlisi ruhtur, akıl bunu
algılayamaz- doğuda olduğunu tekrar gördüm. Neden bu olmalı.
Amsterdam
çok güzel bir kent, Hollandalılar yoktan bir ülke ve kentler imal etmişler.
Okyanusu doldurmuşlar, kanalların üzerinde yüzen bir kent meydana getirmişler.
Ulaşım, eğitim, konut vb. sorunların tümü çözülmüş, orada yaptığımız küçük
görüşmelerde Euro’ya geçişte orta sınıfın ve yoksulların daha da
yoksullaştığını bize ifade ettiler. Daha doğrusu tüm Avrupa Euro’ya geçişte
orta sınıflarını ve yoksullarını daha da yoksul bir hale getirmiş, İspanya ve
Fransa’da da durum böyleymiş. Amsterdam 750 bin nüfuslu bir kent ama 600 bin
bisiklet var. Araç trafiği sadece ve sadece bisikletler için geçerli diğer
araçlar hemen yok gibi. Sağlam bir tramvay sistemi ve onunla bütünleşik banliyö
ve otobüs sistemi ulaşımı çok kolaylaştırmış. Kanallarda akan teknelerde
cabası. Dışarıdan içine doğru insanı çeken bir kent değil tam tersine bende iyi
bir mimarın elinden çıkma maket bir kent izlenimi uyandırdı. Amsterdam’da Van
Gogh Müzesi, muhteşemdi. Bir ünlü-ressam- bu kadar iyi kullanılır ve kapitalize
edilebilir. Her şeyi paraya tahvil eden anlayış Van Gogh’u da vurmuş burada. Amsterdam’daki
en ilginç yer ise Elmas Madeni İşçileri Sendikası oldu benim için. 17.yüzyılın
sonlarından kalma bir şato çok hoş ve güzel bir müzeye dönüştürülmüş, Hollanda
emek tarihinin bir bölümünü müzede izlemek ve neden Nilüfer’de Anadolu Emek Tarihi Müzesi yok diye
hayıflanmaktan kendimi alamadım. İlginç bir notu bina inşa edenlerle ilgili
olarak öğrendik. Bir bina yapan o binanın maddi değerinin %1’i oranında bir
kültürel ya da sanatsal eser yaptırmakla sorumlu imiş, doğal olarak buna park
ve bahçe yapmak dahil değil onu zaten ayrıca ve arsa ve bölgeye uygun olarak
yapmak zorunda. Diğer ilginç bir not ise Tramvay sistemine ait bütün kenti
kanallarla kaplayan Hollandalılar, kurdukları tramvay sisteminde dakika
cinsinden rötarları bile izleme olanağına sahipler, durakta tramvay beklerken
yönlendirme levhasında beliren 3 dakikalık gecikmeyi görünce önce şaka olduğunu
düşündük. Ancak gecikmeyi, gelen tramvay doğrulayarak bizi mahcup etti.
Paris
ile ilgili bir şey yazmayacağım. Çünkü bu Paris’e haksızlık olurdu.Paris bir
dünya kenti ve ancak İstanbul ile karşılaştırıldığında bir anlam ifade edebilir
ama İstanbul’un yanına bile yaklaşamaz. Yinede Fransızların 15. yüzyıldan
günümüze dek Kara Afrika’nın ve Asya’nın tüm zenginliklerini nasıl sömürdüğünü
yakından izleme fırsatı elde etmiş oldum. Dünyanın en iyi hırsızlarının onlar
olduğunu düşünüyorum. Tüm dünya uygarlıklarını olması gereken yerden söküp
Louvre adını verdikleri bir sarayda sergileyip, merd-i Kıpti şecaat arz ederken
sirkatini söylermiş hesabı kişi başı 8 Euro’ya burayı cümle aleme gösterip bir
de üstüne para kazandıklarını söylemek lazım. Paris ayrı bir değerlendirme ve
yazı konusu olsun.
Beni
gerçekten hayal kırıklığına uğratan kent ise Barcelona oldu. Akdeniz iklimi
hepimizi aynılaştırmış. Ha La Rambla caddesi ha İstiklal Caddesi, Tembellik,
pislik, zeytinyağı, limon, balık ve deniz ürünleri ile insani iklim aynı.
İşyerleri saat:14.00’de kapanıyor, Katalonya’nın başkentinde çalışma sona
eriyor. Tabi tüm bunlara nefis paella, bira ve deniz ürünleri ızgarayı
eklemiyorum. Hem eklesem de bir şey değişmeyecek. Avrupa İnceleme Gezisi benim
için Antonio Gaudi’nin eserlerini gördüğümde sona erdi. Daha ötesini hayal
edemiyorum. Gaudi ve eserleri için tek bir şey söylemem olanaklı “olağanüstü”,
Salvador Dali’nin gerçeküstü tablolarının çok daha sağlam bir alt yapı ile
mimarlığa uygulanması diye betimlemeye çalışsam yinede Gaudi’ye haksızlık etmiş
olurum.
Cenevre(doğrusu
Geneve,bildiğiniz gibi biz dünya kentlerinin bir çoğunu kendi dilimize uydurup
söyleriz. Pekin/Bejing,Viyana/Wien,Kabil/Kabul gibi) oldukça modern ve sakin
bir kent 180 bin nüfusun yaşadığı kentte, tüm sorunlar çözülmüş. Leman Gölü ve
onun bağlantısı olan Rhöne nehrinin kenarına bir gelin gibi uzanmış bu dünyanın
en zengin kentlerinden biri. Ama sokaklarda G8 zirvesini protesto eden
sloganlarda çöp bidonlarını inadına süslemekte. 12000 adet gülün bulunduğu
büyük parkı, her yere astıkları İsviçre bayrakları, her çeşit saatin ve meşhur
İsviçre askeri çakılarının yer aldığı lüks mağazaları bana yaşadığım kenti
Bursa’yı özletti nedense. Belki de kapalı çarşının beni içine alıp yutuveren
insan seli ile çeşitliliği ve kuralsızlığı idi özlemlerimi depreştiren...
Gezimiz
Zürich’te sona erdi. Zürich havaalanından uçağa binerken biletlerimizi kontrol
ettirip, pasaport işlemleri için kuyruğa girdik. Pasaport kontrol gişesinin
önünde üzerinde stop yazan sarı bir çizgi vardı. Arkadaşlara dönerek bu geziden
ne çıkardık diye sordum. Herkes bir şeyler söyledi. Ben onlara dönerek belki de
geziden yıllarca sonra bile aklımda kalacağını düşündüğüm şeyi ilettim :
Bu
Avrupa gezisinde kapitalizmin bize nerede durmamız, nereden ve ne zaman
geçmemiz gerektiğine dair yaşamın her alanına ne denli müdahale ettiğini
gösterdiğini gördük dedim. Doğulu olmak güneşin doğduğun yerden gelmek,
düşlerin kuralların önünde olduğu topraklarda yaşamak ve dönüşte her şeyden ve
herkesten önce işkembe çorbası ve bir bardak demli çayı, toprağı sevdiğin kadar
özlemek bu gezinin özeti olsun.