14 Şubat 2013 Perşembe

Korku ve korkan bir ülke


Son 30 yılda Türkiye'de aklın ve bilimin yerine inancın geçmesi, ağırlık merkezini inancın oluşturması ile aralanan kapı KORKU oldu.
Korku inançla ilgili doğrudan, bilgi ile de doğrudan ilgili değil. Bildiğimiz şeyden korkmayız, inandığımız şeyden korkabiliriz. Korkular da buradan kaynaklanıyor. Bilmek yerine inanmayı tercih etmek ya da ettirilmiş olmaktan.
Bu ülkede;
Süryani korkuyor; Malatya'daki gibi hayâları kesilip, kıçına bıçak sokulmaktan,
Ermeni korkuyor; Hrant DİNK gibi kalleşçe öldürülmekten,
Çingene korkuyor; Her an hırsız görülüp, takibata uğramaktan,
Alevi korkuyor; dinsiz ilan edilmekten, din dışı sayılmaktan,
Kürt korkuyor; Maraş'ta, Çorum'da olduğu gibi evleri işaretlenip ortadan kaldırılmaktan,
Başörtüsü takmış genç kız korkuyor; başörtüsünü çıkarınca sokağa çıkarılmamaktan,
İşsiz korkuyor; günün batması ile ondan ekmek bekleyen çocuklarına eli boş dönmekten,
Genç korkuyor; üniversiteyi kazanamamaktan, kazansa işsiz kalmaktan, anne babasından para isteyip sülük gibi yaşamaktan,
Kadın korkuyor; tecavüze uğramaktan, şiddet görüp dayak yemekten,
Yaşlı korkuyor; hastalıklarını tedavi ettirememekten,
Engelli korkuyor; evden dışarı çıktığında sürünmekten.
Korkunun en yalın halinde bilmemek var. Herhangi bir şeyin bilgisine sahip değilsen korkunun imparatorluğu boğazına çöküyor. Bilgi, korkunun düşmanıdır. Hani bir büyüğümüzün dediği gibi "illa kurt olacaksan kitap kurdu olacaksın". Bilgi ve bilinç, onları edinmek için çaba göstermeye bağlı.
Genel ve toptancı değerlendirmeler, birini diğerine eşitleyen ya da yok sayan açıklamalarla, atasözündeki gibi "yarı hoca dinden, yarı doktor candan ediyor".
Toplumu kuranlar(saat kurar gibi) bu korkularla dans ediyorlar, bu korkularla toplumu yönetiyorlar. Ama bilgi de akılla ve bilimle gelişiyor. Akıl ve bilimi egemen kılmaya çalıştığında o ortadaki griler kendi rengine dönüyor, aslına rücu ediyor. Toplumsal katmanlar ya da sınıfların kendi cellatlarına aşık olduğunu görüyorsun. Kendinde olmak bir yana ianeleştirilmekten, dilenci, arsız bir hale döndüklerini görüyorsun için acıyarak.
Açıkça söylemek gerek kendini IMF'den, ABD'den, AB'den, NATO'dan bağımsızlaştırmayı fikri olarak bile ifade edemeyenlerin arasında bir fark kalmıyor diye. Savaşı esas alan ve saldırganlığı yapılacak ilk görenlerle, barışı sağlamaya çalışanları ayıramazsan korkuların seni yeniyor.
Salatalığa, hıyar deyince sadece adı değişiyor ama tadı değişmiyor.
Farklı gibi görünenlerin aynı olduğunu, aynı ekonomik politikaları aynı ustalıkla 8 yaşında bir yetmenin ilk sevgilisine kendini ispat etmeye çalışması gibi "en iyi ben uygularım" Romeoluğunda görüp onları aynılaştırmak gerekiyor. Bu korkuyu yenmeye ilk adım aslında. İkinci adım belki daha önemli çünkü 2013 yılından tarihe bakınca gizli ajandası olduğu kabul edilenlerin-ki varsa da yoksa da- yenileceği, egemenliklerinin ortadan yok olacağı ve tarihin çöplüğüne atılacağı yer onların yok sayılmasından, yok edilmesinden geçmiyor, darbelerden de geçmiyor tabi ki.
Camiden çok okul yapmaktan, imamdan çok öğretmen yetiştirmekten, Diyanet İşleri Başkanlığı'nı ilga etmekten geçiyor. 30 yıldır bu ülkenin solcularını, devrimcilerini, öcü gibi görmekten vazgeçmekten geçiyor. Sokakta, evde, işte, okulda var olmaktan, her yerde aklı ve bilimi var kılmaktan ve korkunun imparatorluğuna karşı, bilimin ve aklın rehberlik ettiği bir mücadeleden geçiyor.
Öte yandan elimizde bir de ayraç olmalı. Terzi diliyle mastar olmalı. Yoksa birini diğerinden nasıl ayıracağız. Eğer partiler demokratik değilse, vekiller ve adaylar halkın değil genel başkanların seçtikleri ise, bir gecede bakanlar değişiyor ve yerine yenileri geliyorsa ve korkularla dolu bu toplumda, kendini ülkenin sahibi zanneden babalar gibi satan musluk bende diyerek kentlere TOKİ'ler ve kapı önlerine yığılan kömür poşetleri oyları parselliyorsa...
Karanlık bir Türkiye tablosu çiziyorum. Ama tam tersine beni tanıyan herkesin bildiği gibi oldukça iyimser ve geleceğin daha iyi olacağını düşünen birisiyim.
Örneğin ben etnik unsurların varlığından ülkenin bölüneceğine "inanmıyorum", biliyorum ki etnisite bölücü değil bütünleştiricidir. Asıl bölücü olan insanları kompartımanlara koyup tasnif etmektir. Bunlar var ve mutlu yaşasınlar demekten bir bölünme çıkacağını düşünmediğim gibi, Süryanisi, Çingenesi, Keldanisi, Çerkezi, Kürdü, Türkü, Ermenisi, Lazı ve diğerleri bu topraklarda bin yıllardır kardeşçe yaşıyor, bunu bilirim. Mardin'de Türkçe-Kürtçe ve Arapçadan oluşan ortak bir dil olduğunu, günlük yaşamda bunun kullanıldığını bilirim. Süryani Hristiyanların, Müslüman Kürt çocuklarına Telkari adlı gümüşten elişi yapımı öğrettiğini bilirim.
Trabzon'da adı Hatice olan ama Müslüman olan ve tek kelime Türkçe bilmeyen Pontuslu kadının biçtiği çayı keyifle içtiğimi bilirim. Güney doğu Torosların yüksek yaylalarında yayık ayranı için keçi derisini yüzen Türkmen Alevilerin türkülerini de bilirim. Bunları çoğaltmak mümkün mü elbette…
Etnik yapıları öne çıkarmıyorum tam tersine sadece yok saymıyorum.
Yok sayarsak içinde bulunduğumuz coğrafyanın kâbus olacağı doğrudur. Bu kaygıları boş da değil. Ancak Türkiye hiç bir zaman laik bir ülke olamadı. Hala da laik değil. Bu gidişlede hiç olmayacak gibi. Tam tersine şeriatla yönetilen bir ülkeye doğru gidiyoruz. O nedenle laiklik elden gidiyor diyenleri görünce laiklik sabun mudur ki elden kaysın diye alkımdan geçiriyorum hep. Zorunlu din dersi olan bir ülke nasıl laik olur, Diyanet İşleri Başkanlığı Sünni Müslümanların elinde olan ve diğerlerini yok sayan bir ülke nasıl laik olur. Sizce buradaki tek sorun laiklik mi?
Yaşadıklarımız, hatta tam tersine ne karpuz gibi ne de Mekap ayakkabının tabanı(bizler gençken MEKAP ve ESEM diye iki marka spor ayakkabı vardı. İkisi tüm farklı dış görünüşlerine karşın kötü ve kalitesizdi. Mekap'ın poliüretan tabanı aynen karpuz gibi yarılırdı topa sertten bir vole çakınca.)Tüm bunlar hiç bir şekilde yarılamamış olmanın sonucu. Keşke yarılsaydık. Keşke kutup olabilseydik. Kutup olmak için en az iki farklı olmak gerek. Tek fikrin kutbu olmuyor ne yazık. Keşke farklılıklarımızı görüp buradan zenginliğimizi yaratabilseydik.
KORKU işte anahtar sözcük bu.
Ben çocuktum.-ki yaş kemale erdi- neredeyse dede olacağım, korkular ise hala var ve eskisinden daha da kavi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder