25 Temmuz 2010 Pazar

EİNSTEİN Der ki !

HİROŞİMA VE NAGASAKİ’YE ATOM BOMBASININ ATILMASINDAN 65 YIL SONRA
NÜKLEER ENERJİ NÜKLEER BOMBADIR

Türkiye uzun bir süredir nükleer enerji edinmek istiyor, bununla ilgili bir çok adım attı ama artık bir sona gelindi. 12 Mayıs 2010'da Ankara'da imzalanan işbirliği anlaşması  TBMM Genel Kurulunda, Türkiye ile Rusya Arasında Akkuyu'da Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşmayı Onaylayan Kanun Tasarısı, adıyla kabul edilerek yasalaştı ve Cumhurbaşkanı tarafından onaylandı.  AKP hükümeti  12 Eylül’le 12 Eylül referandumunda hesaplaştığını ileri sürdüğü gibi bu yasayı da 15 Temmuz 2010’da yani nükleer bombanın atıldığı tarihte yaparak kendi durumunu daha da trajik hale getirmiştir.

Anlaşmaya göre, iki ülke; nükleer güç santralinin tasarımı ve altyapı dahil olmak üzere inşası, santralin güvenilir şekilde işletilmesi, santralde üretilen elektriğin alım-satımı, kullanılmış nükleer yakıtın taşınması, santralin sökümü, personelinin eğitimi, Türkiye'deki yakıt üretim tesislerinin kurulması ve işletimi de dahil, nükleer yakıt döngüsü gibi konularda iş birliği yapacaklarmış.  Rusya Federasyonu Devlet Atom Enerjisi Kuruluşu (Rosatom) ve  T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından yürütülecek olan bu çalışma ile imza tarihinden itibaren 3 ay içinde proje şirketinin kurulması için gerekli işlemleri başlatılacakmış. Nükleer güç santralinin toplam kurulu gücünün 4 bin 800 megawattlık 4 üniteden oluşması planlanmış. Şirket, nükleer güç santrali tarafından üretilen elektrik de dahil olmak üzere, santralin sahibi olacakmış ve  Rus yetkili kuruluşlarının şirketteki toplam payları, yüzde 51'den az olmayacakmış. Şirket, elektrik satın alma anlaşmasının sona ermesinin ardından nükleer güç santralinin her bir ünitesi için işletmeye girişten 15 yıl sonra net karın yüzde 20'sini Türkiye'ye verecekmiş ve  bu ödeme, santralin ömrü boyunca devam edecekmiş. Şirket, ilk 7 yılda 1. üniteyi devreye sokacak daha sonra art arda birer yıl aralıklarla 2, 3 ve 4. üniteleri ticari işletmeye alacakmış. Türkiye, nükleer güç santrali yapılacak sahayı, mevcut altyapısıyla birlikte bedelsiz olarak, santralin söküm sürecinin sonuna kadar şirkete tahsis edecekmiş. Proje şirketi, EPDK’dan elektrik üretimi lisansı almasından sonraki 30 gün içinde, 4 ünite için sabit miktarlı elektriğin alınması amacıyla Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt Anonim Şirketi (TETAŞ) ile elektrik satın alma anlaşması imzalayacakmış.  TETAŞ, proje şirketinden santralde üretilmesi planlanan elektriğin ünite 1, ünite 2 için yüzde 70'ine ve ünite 3, ünite 4 için yüzde 30'una karşılık gelen sabit miktarlarını, her bir güç ünitesinin ticari işletmeye alınma tarihinden itibaren 15 yıl boyunca KDV hariç 12,35 ABD senti/kWh fiyattan satın almayı garanti edecekmiş.  Sonunda Türkiye’de nükleer güce kavuşmuş olacakmış. Basitçe görüleceği gibi ballı börek bir anlaşma ile kendi toprağımıza nükleer santrali kurdurup, üretilen elektrik enerjisini almayı garanti edip, yine birilerini zengin edeceğiz.

Einstein der ki “aynı hataları tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar elde edeceğini sanmak ahmaklıktır.” İnsanlığın nükleer enerji ve dolayısıyla nükleer bomba ve onun yıkıcı insanlık dışı etkileri ile tanışmasının üzerinden 6 Ağustos 2010 Cuma günü tam 65 yıl geçmiş olacak.

İkinci Dünya Savaşı sırasında, Manhattan Projesi adıyla,  1942 yılında ABD'nin New Mexico eyaletindeki Los Alamos bölgesinde gizlice bir grup ünlü biliminsanı toplandı.  Robert J. Oppenheimer öncülüğünde 3 yıl çalıştıktan sonra ilk nükleer bombayı yapmayı başardılar.  İlk atom bombasının denemesi 16 Temmuz 1945 günü Meksika sınırına yakın Alamogordo çölünde gerçekleştirildi. "Trinity" kod adlı bu denemede patlamanın şiddeti inanılmazdı. Hesaplanan patlama 16 bin ton dinamitin patlamasına eşdeğerdi ve o güne kadarki bombalardan çok daha şiddetliydi. Bu başarının üzerine atom bombasının Japonya’nın iki önemli şehrinde kullanılması kararlaştırıldı.
6 Ağustos 1945 sabahı ilk atom bombası Enola Gay isimli bir bombardıman uçağı ile Hiroşima’ya atıldı. 3 gün sonra, 9 Ağustos 1945 günü ise ikinci atom bombası, Bockscar isimli uçaktan Nagasaki'ye atıldı. Bu iki bomba, patlama, ısı, radyasyon gibi etkileri ile, 100 bin üzerinde insanı öldürdü. Amerika bombalamaya devam edeceğini açıklayınca, 15 Ağustos'ta Japonya teslim oldu. ABD’nin ve Savaş Baronlarının ne denli insafsız ve insanlık dışı olduklarını anlamak için şunu belirtelim. Diyelim ilki bir hataydı bombayı attınız ve sonucu gördünüz, ikinciyi görülen sonuca karşın atmış olmak işte bu kapitalizmin gerçek yüzüdür.

Kapitalizm geçen 65 yıl içinde nükleer macerasında bir çok kavşak noktası geçti. Sadece nükleer enerji santralleri kurmakla kalmayıp, yüz binlerce bomba, füze sistemi üretti ve bunları birbirine karşı tehdit olarak kullandı. Savaş sonrası süreç ve o süreçte büyüyen insanlar bu tehdit ve nükleer tehdidin yarattığı krizlerle büyüdü ve günümüze geldi. Artık hemen her ülke nükleer santrallerden elde edilen enerjiden kurtulmak için çözüm arıyor. Gerek kıta Avrupası ve gerekse dünyanın kalan kısmında ömrünün sonuna gelmiş santrallerin nereye gönderileceğine dair stratejiler tartışılıyorken Türkiye nükleere ellerini bulaştırmakta giderek acele ediyor.  Oysa bu ülkenin bir Enerji Master planı yok. Hiç olmadı. Öyle görünüyor ki olamayacakta. Oysa böyle bir plan olsa idi  belki de bu tartışmayı hiç yapmıyor olacaktık. Ülkemizdeki binalar için enerji kimliği uygulamasının ertelendiğini-ki bu sadece yeni binalar için geçerli olacaktı, eskiler için 2017 yılına kadar süre verilmişti- gazeteler yazdılar. Ülkemiz önce aynı enerji miktarı ile daha çok iş üretmek anlamına gelen enerjinin etkin ve verimli kullanımı için adımlar atmalıdır. Bir vade içinde ülke içindeki tüm sarfiyatların kontrol altına alınmasının politikaları üretilmelidir. Sorun salt bir enerji arzı sorunu olarak ele alınamaz. Bu sorunu aynı anda enerji talebini düzenlemeyi hedefleyen bir biçimde ele almak gerekir. Türkiye artık enterkonnekte bir sistemle enerji taşımaktan vazgeçmelidir. Enerjiyi lokal olarak üretmeyi ve tüketmeyi hedefleyecek bir yapıya geçmelidir. Enerji portföyünü nasıl düzenleyeceği konusunda bir tartışma yapmalı ve gelecek dönemin politikalarını belirlemeli ve UYGULAMALI dır. O zaman ülkenin kuşatma altında olduğu HES konusu da benzeri biçimde çözüme kavuşmuş olacaktır. Kritik soruyu da yanıtlamak mümkün  neden az gelişmiş ülkelerde daha az santral var? Çünkü kapitalizmin sürekli büyümek zorunda olan üretim matrisi hep daha çok enerjiye gereksinim duydu. Daha çok enerji daha çok üretim demekti. Az gelişmiş coğrafyalar kapitalizmin etki alanında dönüşmeye başladıklarında nükleer enerjinin sorunlu bir çözüm olduğu çoktan açığa çıkmıştı.

Unutmayalım nükleer enerjiyi eğer Hititler icat etmiş olsaydı. Biz bu gün onlardan kalan nükleer çöp ve atıkları ne yapacağımızı tartışıyor olacaktık ve dahi nükleer sızıntılar yüzünden hastalanan binlerce insanımızı tedavi etmeye çalışacaktık.

Dedik ya aynı hatayı tekrar tekrar yaparak farklı sonuçlar elde edileceğini sanmak ahmaklıktır.