HİROŞİMA
VE NAGASAKİ’YE ATOM BOMBASININ ATILMASINDAN 65 YIL SONRA
NÜKLEER
ENERJİ NÜKLEER BOMBADIR
Türkiye
uzun bir süredir nükleer enerji edinmek istiyor, bununla ilgili bir çok adım
attı ama artık bir sona gelindi. 12 Mayıs 2010'da Ankara'da imzalanan işbirliği
anlaşması TBMM Genel Kurulunda, Türkiye
ile Rusya Arasında Akkuyu'da Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine
Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşmayı Onaylayan Kanun Tasarısı, adıyla kabul
edilerek yasalaştı ve Cumhurbaşkanı tarafından onaylandı. AKP hükümeti
12 Eylül’le 12 Eylül referandumunda hesaplaştığını ileri sürdüğü gibi bu
yasayı da 15 Temmuz 2010’da yani nükleer bombanın atıldığı tarihte yaparak
kendi durumunu daha da trajik hale getirmiştir.
Anlaşmaya
göre, iki ülke; nükleer güç santralinin tasarımı ve altyapı dahil olmak üzere
inşası, santralin güvenilir şekilde işletilmesi, santralde üretilen elektriğin
alım-satımı, kullanılmış nükleer yakıtın taşınması, santralin sökümü,
personelinin eğitimi, Türkiye'deki yakıt üretim tesislerinin kurulması ve
işletimi de dahil, nükleer yakıt döngüsü gibi konularda iş birliği
yapacaklarmış. Rusya Federasyonu Devlet
Atom Enerjisi Kuruluşu (Rosatom) ve T.C.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından yürütülecek olan bu çalışma ile
imza tarihinden itibaren 3 ay içinde proje şirketinin kurulması için gerekli
işlemleri başlatılacakmış. Nükleer güç santralinin toplam kurulu gücünün 4 bin
800 megawattlık 4 üniteden oluşması planlanmış. Şirket, nükleer güç santrali
tarafından üretilen elektrik de dahil olmak üzere, santralin sahibi olacakmış
ve Rus yetkili kuruluşlarının şirketteki
toplam payları, yüzde 51'den az olmayacakmış. Şirket, elektrik satın alma
anlaşmasının sona ermesinin ardından nükleer güç santralinin her bir ünitesi
için işletmeye girişten 15 yıl sonra net karın yüzde 20'sini Türkiye'ye
verecekmiş ve bu ödeme, santralin ömrü
boyunca devam edecekmiş. Şirket, ilk 7 yılda 1. üniteyi devreye sokacak daha
sonra art arda birer yıl aralıklarla 2, 3 ve 4. üniteleri ticari işletmeye
alacakmış. Türkiye, nükleer güç santrali yapılacak sahayı, mevcut altyapısıyla
birlikte bedelsiz olarak, santralin söküm sürecinin sonuna kadar şirkete tahsis
edecekmiş. Proje şirketi, EPDK’dan elektrik üretimi lisansı almasından sonraki
30 gün içinde, 4 ünite için sabit miktarlı elektriğin alınması amacıyla Türkiye
Elektrik Ticaret ve Taahhüt Anonim Şirketi (TETAŞ) ile elektrik satın alma
anlaşması imzalayacakmış. TETAŞ, proje
şirketinden santralde üretilmesi planlanan elektriğin ünite 1, ünite 2 için
yüzde 70'ine ve ünite 3, ünite 4 için yüzde 30'una karşılık gelen sabit
miktarlarını, her bir güç ünitesinin ticari işletmeye alınma tarihinden
itibaren 15 yıl boyunca KDV hariç 12,35 ABD senti/kWh fiyattan satın almayı
garanti edecekmiş. Sonunda Türkiye’de
nükleer güce kavuşmuş olacakmış. Basitçe görüleceği gibi ballı börek bir
anlaşma ile kendi toprağımıza nükleer santrali kurdurup, üretilen elektrik
enerjisini almayı garanti edip, yine birilerini zengin edeceğiz.
Einstein
der ki “aynı hataları tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar elde edeceğini sanmak
ahmaklıktır.” İnsanlığın nükleer enerji ve dolayısıyla nükleer bomba ve onun
yıkıcı insanlık dışı etkileri ile tanışmasının üzerinden 6 Ağustos 2010 Cuma günü tam 65
yıl geçmiş olacak.
İkinci
Dünya Savaşı sırasında, Manhattan
Projesi adıyla, 1942 yılında ABD'nin
New Mexico eyaletindeki Los Alamos bölgesinde gizlice bir grup ünlü biliminsanı
toplandı. Robert J. Oppenheimer öncülüğünde 3 yıl çalıştıktan sonra ilk nükleer bombayı yapmayı
başardılar. İlk atom bombasının denemesi
16 Temmuz 1945 günü Meksika sınırına
yakın Alamogordo çölünde
gerçekleştirildi. "Trinity"
kod adlı bu denemede patlamanın şiddeti inanılmazdı. Hesaplanan patlama 16 bin ton dinamitin patlamasına eşdeğerdi
ve o güne kadarki bombalardan çok daha şiddetliydi. Bu başarının üzerine atom
bombasının Japonya’nın iki önemli şehrinde kullanılması kararlaştırıldı.
6 Ağustos 1945 sabahı ilk atom
bombası Enola Gay isimli bir bombardıman uçağı ile Hiroşima’ya atıldı. 3 gün sonra, 9 Ağustos 1945 günü ise ikinci atom bombası, Bockscar isimli uçaktan Nagasaki'ye
atıldı. Bu iki bomba, patlama, ısı, radyasyon gibi etkileri ile, 100 bin üzerinde insanı öldürdü.
Amerika bombalamaya devam edeceğini açıklayınca, 15 Ağustos'ta Japonya teslim
oldu. ABD’nin ve Savaş Baronlarının ne denli insafsız ve insanlık dışı
olduklarını anlamak için şunu belirtelim. Diyelim ilki bir hataydı bombayı
attınız ve sonucu gördünüz, ikinciyi görülen sonuca karşın atmış olmak işte bu
kapitalizmin gerçek yüzüdür.
Kapitalizm
geçen 65 yıl içinde nükleer macerasında bir çok kavşak noktası geçti. Sadece
nükleer enerji santralleri kurmakla kalmayıp, yüz binlerce bomba, füze sistemi
üretti ve bunları birbirine karşı tehdit olarak kullandı. Savaş sonrası süreç
ve o süreçte büyüyen insanlar bu tehdit ve nükleer tehdidin yarattığı krizlerle
büyüdü ve günümüze geldi. Artık hemen her ülke nükleer santrallerden elde
edilen enerjiden kurtulmak için çözüm arıyor. Gerek kıta Avrupası ve gerekse
dünyanın kalan kısmında ömrünün sonuna gelmiş santrallerin nereye
gönderileceğine dair stratejiler tartışılıyorken Türkiye nükleere ellerini
bulaştırmakta giderek acele ediyor. Oysa
bu ülkenin bir Enerji Master planı yok. Hiç olmadı. Öyle görünüyor ki
olamayacakta. Oysa böyle bir plan olsa idi
belki de bu tartışmayı hiç yapmıyor olacaktık. Ülkemizdeki binalar için
enerji kimliği uygulamasının ertelendiğini-ki bu sadece yeni binalar için
geçerli olacaktı, eskiler için 2017 yılına kadar süre verilmişti- gazeteler
yazdılar. Ülkemiz önce aynı enerji miktarı ile daha çok iş üretmek anlamına
gelen enerjinin etkin ve verimli kullanımı için adımlar atmalıdır. Bir vade
içinde ülke içindeki tüm sarfiyatların kontrol altına alınmasının politikaları
üretilmelidir. Sorun salt bir enerji arzı sorunu olarak ele alınamaz. Bu sorunu
aynı anda enerji talebini düzenlemeyi hedefleyen bir biçimde ele almak gerekir.
Türkiye artık enterkonnekte bir sistemle enerji taşımaktan vazgeçmelidir.
Enerjiyi lokal olarak üretmeyi ve tüketmeyi hedefleyecek bir yapıya geçmelidir.
Enerji portföyünü nasıl düzenleyeceği konusunda bir tartışma yapmalı ve gelecek
dönemin politikalarını belirlemeli ve UYGULAMALI dır. O zaman ülkenin kuşatma
altında olduğu HES konusu da benzeri biçimde çözüme kavuşmuş olacaktır. Kritik
soruyu da yanıtlamak mümkün neden az
gelişmiş ülkelerde daha az santral var? Çünkü kapitalizmin sürekli büyümek
zorunda olan üretim matrisi hep daha çok enerjiye gereksinim duydu. Daha çok
enerji daha çok üretim demekti. Az gelişmiş coğrafyalar kapitalizmin etki
alanında dönüşmeye başladıklarında nükleer enerjinin sorunlu bir çözüm olduğu
çoktan açığa çıkmıştı.
Unutmayalım nükleer
enerjiyi eğer Hititler icat etmiş olsaydı. Biz bu gün onlardan kalan nükleer
çöp ve atıkları ne yapacağımızı tartışıyor olacaktık ve dahi nükleer sızıntılar
yüzünden hastalanan binlerce insanımızı tedavi etmeye çalışacaktık.
Dedik
ya aynı hatayı tekrar tekrar yaparak farklı sonuçlar elde edileceğini sanmak
ahmaklıktır.