10 Aralık 2009 Perşembe

PAZAR PAZAR AVATAR!




Deseniz ki rüyanda mı gördün? Derim ki yok yok.
Avatar namlı meşhur üç boyutlu filmi dün iş çıkışı eşim ve oğlumla birlikte izledim. Valla gece rüyama da girmedi. James Cameron abi bu filmi çekmek için 16 yıl beklemiş ama  niye beklemiş anlamakta zorlandım.
Öncelikle belirtmek gerek bu filmin %80’i bilgisayar ortamında yaratılmış, James abi bu nedenle beklemiş olabilir. Gerçek hayatta zor tabi. O kadar ekşın, dağlar tepeler.
Ancak filmden çıkarılması gereken önemli dersler var.
Ders 1. Kainatın hangi noktasında olursanız olun ABD emperyalizmi sizi bulur ve sömürür. Bu kez unobtainum(elde edilemez) breh breh madenin adına bakın. Kilosu milyar dolar, ağabeylerde teknik var, taktik var, silahlar o biçim zaten yerli halk ne anlar bu işlerden.
Ders 2. Dünyada kurtulamadığınız ABD sömürü düzeni  sizi Pandora gezegenine de kaçsanız bulur. Bulmakla kalmaz madenlerinizi yutar ve yerli halka okul açar dil öğretir, sağlık merkezi yapmayı ihmal etmez. Ama bunları yaparken arka planda hep psikopat bir albay vardır ve CIA’nın dünyanın dört bir yanında düzenlediği kontrgerilla operasyonlarında deneyim sahibi olmuştur.  Önde zeytin ağaçları arkasında yar biçiminde Anadolu’da Bedri Rahmi’nin şiiri gibi değildir ABD İYİLİĞİ. Orada kural önce yerlilere iyi davranan biliminsanları arkada otomatik silahlar biçiminde tezahür eder. Sahi ABD, dünyayı bir tür laboratuar olarak kullanıyor olmasın, uzaydaki diğer galaksileri ele geçirince oradaki yerel halkların nasıl canına okuruz babından.
Ders 3. Şimdi bu ABD Emperyali ağabeyler nereden duydular nereden gördüler ve nereden biliyorlarsa Pandora adlı gezegende( Gezegenin adına da bir dikiz reca edelim hepinizden Efsaneye göre, Zeus kendinden ateşi çalıp insanlara veren Prometheus'un kardeşi Epimetheus'a balçıktan yapılmış tanrısal güzellik ve zekaya sahip Pandora'yı eş olarak gönderir. Epimetheus kardeşinin tüm uyarılarına karşı Pandora ile evlenir. Zeus, Pandora'ya evlilik hediyesi olarak topraktan yapılmış, çömlek benzeri bir kavanoz hediye eder ama bu kavanoz asla açılmamalıdır. Bir süre sonra merakına yenilen Pandora, kavanozu açar ve içindeki tüm kötülükler dünyaya yayılmaya başlar... ancak son anda kutuyu kapatır bu da insanların içindeki "umut"tur.kötülüğün yayılmamış olması umudu. Pandora mutsuzluk ve dertlerin olmadığı dünyada yaşar fakat kadına özgü merakına yenilip kutuyu açar.Ama başka bir efsaneye göre de Pandora kutuyu açtığında dünyaya kötülük hakim olur ve Pandora kutuyu kapatırken de kutu Pandorayı esir alır…) geçer. Bu gezegende bulunan çok değerli bir elementi tüm askeri güçlerini kullanarak çıkarmak isterler ve elbette ABD bir şey isterse yapar kardişimmmm. Hikaye aynı hikayedir. Bu kez Epimetheus yerine tanrı Zeus(ABD tabi ki başka kim olacak) belden aşağısı sakat bir askeri (Jake Sully) karşımıza çıkarır. Bakın biz asker sakat bile olsa ona ne biçim görevler verir, Sam Amca olarak sosyal sorumluluk procesi yaparız dercesine. Eeeee tabi ki Pandora’nın yerine de yerli kızı Neytiri, hakketten balçıktan ve topraktan yapılmış tanrısal güzellik ve zekaya sahip olarak filmdeki yerini alarak, Yerlilerin sinirli ama karısına ses çıkaramayan klan şefinin kızı olarak, zengin kız yoksul oğlan manifestosunu da tamamlamayı ihmal etmez.
Ders 4. Tabi ki başka bir şeyi daha belirtmek gerek. Ulan bu yerliler neden hep değerli madenlerin olduğu yerlerde yaşıyorlar ağabeycim yaaa. Niye ABD topraklarında bulunmuyo bu değerli madenler. Neyse efendim film bu minval gidip bilgisayarın grafik ekran çözünürlük gücü ve çift çekirdekli, kuartetli bilgisayar namelerinin yarattığı görsel şahaserliğin içinde bulacağınız pagan yerli inancının çevrelediği doğa dostu bir yerli halk vardır. Kardeşim herifler hem yerli hem pagan ve doğa dostu hem de gitmişler tonlarca unobtainum üzerine çöreklenmişler. Dünyanın- sahi hangi dünyanın bu dünya mı öbür dünya mı o da belli değil ya- nedense bu unaobtainuma fena halde ihtiyacı olmalı yoksa film olmaz bilader. Film olması için bir ihtiyaç olması gerekir değil mi? Hem de güzel güzel paşa paşa niye vermezler ki bu madenleri (Bunları yazarken aklıma gelen çokkkkkk önemli bir durum var. Biliyorsunuz sık sık e-posta olarak hepimize Bor- Hulusiyum-vb. adlar gelen ve Türkiye’nin bilmem kaç trilyon dolarlık kaynakları olduğunu iddia eden power point sunuları var ya. Ulan biz de o yerli halklardan olmayalım. Maazallah) Efendim neyse her  daim olduğu gibi zengin kız  yoksul oğlana aşık olur. Ona yerli halk gibi yaşamayı, avlanmayı, sevişmeyi felan öğretir. Ne yapacaktı madenin yerini mi gösterecekti. Eh bedensel engelli de olsa sıradan bir ABD’li kadar anca kafası çalışan Jake Sully hem kızı tavlar  hem de madenin ana kaynağını bulurrrr.
Ders 5. Neyse efendim çok uzatmayalım da gidip kendiniz izleyin filmi. Ama madeni vermek istemeyen yerli halkın başına gökten ne düşer?
A.        3 elma düşer biri Obama’ya biri James abiye-filmi çekmiş o kadar yazıkkkk- biri size değillll psikopat Albay’a tabi ki
B.         Şimdiye kadar Vietnam, Şili, Angola, Somali, Irak, Afganistan vb. dünya halklarının başına ne düştüyse o düşer tabi ki.
Gelelim sonuna. Biliyor musunuz bu yerli halklar kızılderililerden beridir, bi türlü kendi kendilerine kurtulmayı beceremezler. Ulan o kadar yerlisin pagansın, doğa dostusun kendin kurtulsana, olmazzzzz. Ya ne olacak zengin kızı seven ABD’li fakir oğlan son anda tabi ki aşkından canım ne demek tabi ki aşkından yoksa Allah allahhh. Yerli halkı William Wallace gibi ( Hani vardı ya Mel Gibson abi İskoç ülkesindeki gerilla harbini bütün klanları birleştirerek patriot tadında skoç pastası yapıp uzun bacaklı John’u derbeder eden) hah işte tam onun gibi organize eder. Zaten bakın ben size diyorum bu yerliler de her şey var aslında unobtainum var, doğa dostular, gül gibi geçinip gidiyorlar ama ağabeycim yok yok organizasyon yok. Kurumsal değiller bir kerem. Neyse efendim klanları birleştirmek yetmez tabi ki fakir oğlanın yerli halkın gözüne girmek için şapkadan tavşan çıkarması şarttır.  Eee burada tebi ki James abi devreye girer ve fakir oğlanı ejderhaya bindirir, olacak o kadar kardişimmm film bu. Gerisini izleyin görün. Velhasılı kelam yerlileri kurtarmak gerekirse ancak biz kurtarırız size ne oluyor. (Ya bu bize pek yabancı değil galiba ne dersiniz. Rahmetli Celal Bey’de öyle dememiş miydi?)
Efendim Avatar’dan 1 ay kadar önce vizyona giren 2012 Dünyanın Sonu adlı filme de bir yazı döşenmek gerekli amma önce bunu yazmak kısmet oldu. O filmde de vardı bunda da var. Anlatılan senin hikayen değildir. Obama’nın Genelkurmayı olduğu yeni dünyanın gelecek tasallutudur bu. Yani bimerak-ı fil-idrak değilseniz ve dünyanın geleceği nasıl olacak diye merak ediyorsanız bu filmlerdeki gibi olmasını ABD’nin istediğini görmelisiniz. Dünya nasıl iyi bir yer olur aceba diye merak ediyorsanız hah işte buldunuz ABD’nin istediğinin tersi nasılsa dünya işte öyle iyi ve güzel bir yer olacaktır.  

 Filme gideceklere notlar: 
1.         Gözlükler insanın burnunu fena acıtıyor.
2.         İki buçuk saatin sonunda gözlükleri çıkarınca dünya iki boyutlu olmuyor. Hatta bu kadar zaman gitti tüh deyip 4.boyut olan zamana yanıyorsunuz.
3.         Filmi evde denemeyin alerji yapabilir.
4.         Film bittikten sonra çıkarken bu gözlükler bozuk galiba ben iyi göremedim deyip yeniden izlemeyi düşünmeyin kabul etmiyorlar.

5.         Gözlükler ne gerçek hayatta ne de evdeki televizyonda bir işe yaramıyor haberiniz ola.   

15 Nisan 2009 Çarşamba

KENT HAVASI İNSANI ÖZGÜR KILAR



Yazıya Alman atasözü ile başlamak istedim.  
Bir kent yöneticisinin kentsel gelişme için öngörmesi gereken temel 4 alan vardır. Bir yandan kentin fiziksel ortamını iyileştirecek adımlar atmak, bunu yaparken mevcut konut stokunun onarımını ve sağaltımını sağlayıcı politikalar benimsemek, kentin yaşayanlara toplumsal ve kültürel fırsatlar yaratmasını sağlatacak bir zemin inşa etmek ve kentte yaşayan toplulukların gelişmesi ve halkın söz, yetki ve karar hakkının sağlanmasını teminat altına almak. Bu ise kentin ve dolayısıyla kentlinin özgürleşmesi demektir. Özgürlük olmadan demokrasi de kent de olmaz.



Son 30 yılda kentin gelişmesinde ki bunların içinde sağlık sorunlarını çözmek, endüstriyel merkezlerin gençleştirilmesini sağlamak, şehirlerdeki güvenlik eksikliğinin üstesinden gelmek, suç işlenmesini ve özellikle de uyuşturucu kaçakçılığını önlemek, mimari gelişmeyi denetlemek, tarihsel mirası korumak, yurttaşların kendi kendilerine yardım etmeleri ve şehirli topluluklarını geliştirmek gibi çeşitli alanlar söz konusudur.  

Bu açıdan bakıldığında önümüzde bir dizi sorun yer almaktadır.


İNSANI TAŞIYAN ULAŞIM VE KENTİN DOLAŞIMI

Yukarı Mezopotamya ovasındaki ilk kentlerde, Fırat ya da Dicle’nin üzerine konulan ilk saldan itibaren tarih boyunca ulaşımdaki her gelişmeyle insan hayatı değişmiştir. Günümüz kentlerinde yaya, at, demiryolu, otomobil, otobüs gibi insan taşımacılığı yanında ürünlerin taşınması da birlikte ve iç içedir. Yüzyılın başında kent otomobille karşı karşıya gelmiştir. Otomobiller yavaş ama emin adımlarla kentleri öldürmektedir. Otomobiller gürültüye, rahatsızlığa, psikolojik ve fiziksel emniyetsizliğe, sosyal mekânın elden çıkmasına ve atmosfer kirliliğine yol açarak kentleri tehdit etmektedirler.
Bu süreç, daha varlıklıların kenti terk etmesine yol açmakla birlikte, bunun karşılığında bir bedel ödenmekte, işe günlük gidiş-geliş yoğunluğu daha artırmaktadır. Ayrıca bunun sonucunda ortaya çıkan dağınık ve yaygın banliyö alanlarında verimli ve ekonomik kamu taşımacılığının örgütlenmesi olanaksızlaşmaktadır.

Bu nedenle ilk yapmak gereken özel arabayla yapılan yolculuğun azaltılması için politikalar geliştirmek olmalıdır. Toprak kullanımı konusunda yeni bir planlama stratejisi oluşturulması, kent içinde “yoğun” kent modelinin tercih edilmesi, kent dışında ise konut, istihdam vb. işlevlerin bütünleştirilmesi ve yan yana getirilmesidir.
İmalat sektöründeki, üçüncü ve dördüncü sektörlerdeki küçük ve orta ölçekli firmaların büyümesi, yakın çevrelerindeki konut ve yerleşim alanlarıyla birlikte ele alınmalıdır. Otomobil ile çıkılan yolculuklar için araç paylaşım sistemleri teşvik edilmelidir. Kentin dolaşım, yaşanabilir bir kente elverişli ve değişik yolculuk biçimlerinin birlikte varolmasına olanak sağlayacak biçimde düzenlenmelidir.
Yolculuğu ortadan kaldırmak elbette ne mümkündür ne de tavsiye edilir. Fakat somut sektörel hedeflere yönelmek yerine, keyifle yaşanacak bir kent yaratma amacı çerçevesinde, farklı yolculuk biçimlerini yeniden düzenlemek yerinde olacaktır. Bireysel taşımacılık kadar kamu taşımacılığına veya toplu taşımacılığa, bisikletlere, yayalara da öncelik verilmesi bu politikanın temelini oluşturacak demektir. Mal taşısa da taşımasa da ağır vasıtalara kısıtlamalar getirilmesi demektir. Cadde kullanımını denetlemeye yönelik yeni önlemlerin gündeme alınması demektir (sözgelimi, zaman ve mekan yönünden dönüşümlü kullanım dönüşümlü saatler, günler, haftanın veya yılın belli zamanları). Bisiklet yolları oluşturulması; yaya alanlarının dikkatle planlaması; kent dışı pak yerleri kurulması, buna paralel olarak merkezi kentsel alanlara ulaşılmasını sağlayacak düzenli, ucuz, emniyetli ve güvenilir kamu ulaşımının gerçekleştirilmesi demektir.

Sokak toplumsal bir arena olarak yeniden kazanılmalıdır.
Yaşayan toplumsal bir mekân olarak sokağın kaybı, kentin gerilemesine ve emniyetsizliğin artmasına yol açmaktadır.
Bu ise kaldırımların genişlemesi; yaya alanlarının oluşturulması; sokak planlamasıyla trafik akışının denetlenmesi; tek yönlü sokakların (caddelerin) dikkatle kullanılması ile gerçekleşebilir.
Bunlar, açık alanların korunması ve ıslahı anlamına gelmektedir. Bu ise kaliteli ve kalıcı imarla; kaliteli sokak donanımıyla, kamusal işaret tabelaları ve reklam levhalarıyla; cephe düzenlemesiyle; ağaç, yeşillik, su, çeşme ve heykellerle gerçekleşebilir.

 Sürekli bir öğretim ve eğitim çalışması gerekmektedir.
Önemli değişimler, hemşehrilerin bireysel davranış modelleri gözden geçirilmeden gerçekleşmez. Çünkü kendi kökleşmiş davranış modellerini değiştirme isteği, genellikle çevre konusunda duydukları kaygı ölçüsünde değildir. Yerel yönetimler, davranış modellerini değiştirmek, kent sakinlerine sokağın kendilerine ait bir kamu malı olduğu, bu nedenle uyumlu biçimde kullanılması ve sokağa saygı gösterilmesi gerektiği inancını aşılamak amacıyla, bilinç arttırıcı kampanyaları desteklemek göreviyle karşı karşıyadırlar.



KENTİN ÇEVRESİ VE DOĞA


Günümüzde kentlerin birçoğu, genellikle tekdüze yeşil alanların veya pek kullanılmayan çok arazinin yer yer kesintiye uğrattığı taş, beton, çelik, cam ve asfalt yığınıdır. Atmosfer ve yer, sanayiden, enerji tesislerinden, trafikten ve konutlardan kaynaklanan zararlı elemanlarla ve emisyonlarla kirlenmiştir. Yaban hayatı kentlerin ve yerleşim alanlarının dışına sürülmüştür. Bitkiler ve hayvanlar, bireyin öz gelişiminin ayrılmaz bir parçasıdır ve kentsel çevrede doğmuş çocukların doğayla ilişki kurmasına olanak sağlar.
Yerel yönetimler doğal miraslarına hakkıyla sahip çıkmak zorundadırlar. Kaynak yönetimini geliştirmek, nitelikli bir çevreye sahip olmak, doğal sistemleri korumak göreviyle karşı karşıyadırlar. Bu ise yerel üretimde, ulaşımda ve tüketimde temizliği ve sağlığı özendirerek gerçekleştirebilir.

Kamu yönetimleri doğal varlıkları ve enerji kaynaklarını tutarlı ve akılcı bir biçimde yönetmek ve kullanmak göreviyle karşı karşıyadırlar. Sürdürülebilir yaşam ilkesi yerel ve bölgesel yönetimlerin enerji, su, toprak, hammaddeler, yiyecek kullanımında sorumluluklarını eksiksiz kabul etmelerini, kirliliği ve atıkları başka yörelere aktarmak veya gelecek kuşaklara miras bırakmak yerine, sınırları içindeki kirliliğe çözüm bulma sorumluluğunu üstlenmelerini gerektirmektedir. Kaynakları gerektiği gibi kullanmak ve belediyelerin bütçeleri üzerindeki zorlamayı azaltmak için, teknik gelişmelerden ve yeniliklerden (bahçe tesisleri, kompost alanları, küçük ölçekli evsel ısı ve enerji tesisleri, güneş ve rüzgâr enerjisinin kullanılması, vb.) yararlanılmalıdır.

Yerel yönetimler kirliliği önlemeye yönelik politikalar benimsemelidirler. Kent sanayiden, trafikten ve konutlardan özellikle evsel ısıtmadan kaynaklanan ciddi bir kirlilik sorunuyla karşı karşıyadırlar. Geçici ve kısa vadeli önlemlerin (sözgelimi katı ve sıvı atıkların nehirlere ve göllere boşaltılması, atığın yakılması veya yeniden işlenmesi) yerini, emisyonun kaynakta azaltılması, temiz teknoloji uygulanması, uygun trafik yönetimi sistemleri, alternatif yakıt kullanımı gibi önlemlerin almasını sağlamalıdırlar. Yerel yönetimlerin belli malzemeleri seçmek ve belli malzemelerden kaçınmak için, ambalaj malzemelerini yeniden kullanmak için, alternatif enerji kaynakları geliştirmek için politikalara ihtiyaçları vardır.
Yerel yönetimler doğayı ve yeşil alanları koruma göreviyle karşı karşıyadır. Yeşil alanlar, doğanın korunması ve peyzaj programları kentsel alanlarda ana öğelerdir, hava kalitesine ve kent iklimine katkıda bulunurlar. Yabani bitkiler, biyolojik bahçecilik, uygun türlerin seçilmesi, belli yerlerin (sözgelimi aşırı büyümek mezarlıkların ırmak kenarlarının, demiryolu yan hatlarının) yeniden kullanılması, flora ve faunada zengin bir çeşitlilik sağlar. Ayrıca çatıların, duvarların, avluların yeşillendirilmesi, farklı bitkilere ve hayvanlara çeşitli yaşam ortamları sağlar. Kent çiftlikleri ve inceleme bahçeleri, çocukların doğayla doğrudan ilişki kurmalarında önemli bir oynar. Açık alanlarda az suya ihtiyaç duyan bitki kullanımı özendirilmelidir. Bitki yetiştirilmesi, kent sakinlerinin kendi beldeleriyle gurur duymalarına ve özdeşleşmelerine yol açabilir. Bu tip işler için alanlar ayrılması, çatı ve kış bahçeleri, oyun alanları kurulması, dar gelirli ailelerin oturdukları semtlerin çevresinde yaşam mekanları için yarı, kamusal alanların yeniden kazanılması, yeşil patikalar, doğa ve okul bahçeleri ve alan araştırması merkezleri oluşturulması gibi adımlar atmak gereklidir.


KENTLERİN FİZİKSEL BİÇİMLENİŞİ


Bu kent peyzajının korunma ve gelişme biçimi, emniyet, rahatlık, elverişlilik ve görünüş öğelerinin birbiriyle etkileşim biçimi, gelişmiş bir kentsel çevre açısından önem taşır. Kentlerin tarihsel merkezleri, binaları, kent mekanları ve sokak modelleriyle, geçmişle bugün ve gelecek arasında bağlantı kurmaktadır. Buralarda paha biçilmez mimari miras öğeleri bulunmaktadır. Tarihsel merkezler kentlerin belleğidir; şimdiki ve gelecek kuşakların kimliğinin oluşturur ve halklar arasında dayanışma duygusunun oluşmasında önemli bir role sahiptir. Tarihi binaları koruma yöntemleri oluşturulurken, kent merkezlerine yerleştirilen yeni binaların tasarımları üzerinde dikkatle durulmalıdır.

Kentte açık alan oluşumu ve yönetimi kentsel gelişmenin ana öğesidir. Avrupa kentlerinde açık alan-kaldırımlar, tali sokaklar, ağaçlı bulvarlar, geniş caddeler, parklar, oyun alanları, nehir kıyıları, trafiğe kapalı alanlar, bahçeler, vb. binalar kadar önemli bir öğesidir.
Tasarımı ve planlaması iyi yapılmış açık alanlar, bir kentin çekiciliğini artırır ve o kentin ekonomik refahına ve canlılığına katkıda bulunur. Açık alanlar kente insani bir boyut sağlar, toplu yaşama olanağını artırır. Kültürel faaliyet ve insanların refahı, oyalanacak, gezinecek, oynanacak ve bir araya gelecek bir mekânın varlığını gerektirir.

Mimari yaratıcılık ve gelişme kentsel görünümün kalitesinde önemli bir rol oynar. Bir kentin karakteri, onun çağdaş mimarisinde ve mimari mirasında aranmalıdır. Kentsel mimari, kendini ifade etme özgürlüğüne sahip olmalı ve farklı ihtiyaçları yansıtmalıdır. Herkes sağlıklı, güvenli, yerleşik, hoş ve özendirici bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Kentlerin fiziksel biçimi, özellikle konutların mahalle ortamı bakımından taşıdığı nitelik, kaliteli bir kentsel çevrenin gelişmesinde önemli bir rol oynar. Bunun gerçekleşmesi, yerleşim alanlarının hava, su, toprak ve toprak altı kirliliğine karşı korunmasına; çevrenin korunmasına ve tampon bölgelerin parkların, bahçelerin vb. oluşmasına; rahatsızlık yaratan ağır trafiğin gereğince denetlenmesine; çeşitli kültür ve spor tesislerinin sağlanmasına bağlıdır.  Bir kentin canlılığı, dengeli kentsel yerleşim modellerine ve kent merkezinin yerleşim karakterinin sürmesine bağlıdır.
Yerel yönetimler, kent merkezinin yerleşim karakterini korumak için gerekli yetkiye sahip olmalıdırlar, güçlü ekonomik çıkar çevrelerinin bunu bozmaya yönelik eylemlerine sınırlar getirmeli, dönüştürme ve iyileştirme çalışmalarını ise özendirmelidirler. Keza, merkezi yerleşim alanlarında toplumsal çeşitlilik korunmalıdır.



MİMARİNİN KENTLERDEKİ MİRASI

Kentsel mimari, bir kentin kimliğini ve belleğini sürdürmesini sağlayan kalıcı önemdeki öğelerin şekillendirdiği mirastan oluşur. Bunun kapsamına kentin bulunduğu yerin, topografyasının ve ikliminin ürünü olan doğal öğelerin yanı sıra, insan becerisinin, sanat ve kültür değerinin ürünü olan öğeler de girer. Bu kentsel miras genellikle cahilliğin, kötü kullanımın ve her türlü bozulmanın tehdidi altındadır.
Yerel yönetimler, kentsel mirasın korunmasını ve sürdürülmesini sağlamak ve bunun sorumluluğunu üstlenmek bakımından çok elverişli konumdadırlar.
Kentsel koruma, dikkatle oluşturulmuş bir yasal çerçeveyi gerekli kılar. Korumanın sorumluluğu kamu otoritelerinde, tek tek binalar ise genellikle özel mülkiyettedir. Kentsel mirasın korunmasını sağlamak için, bu iki aktör arasında ortaya çıkacak uyuşmazlıkları, her birinin haklarını ve sorumluluklarını düzenleyecek yasal bir çerçeve gerekmektedir. Yasalar, koruma alanlarının veya kentsel miras kuşaklarının oluşturulmasını da sağlamalı; böylece kamu makamlarının, vasıflı zanaatkârlar, geleneksel malzemeler, özgün renkler vb. kullanarak korumayı denetlemesine ve yönlendirmesine olanak vermelidir. Koruma politikaları, felsefesi ve bilgisi, mimarların arkeologların ve tarihçilerin dar çevresinden çıkarılıp kent plancılarına, politikacılara, müteahhitlere ve iş çevrelerine kadar yayılmalıdır. Gönüllü çalışma kampları, öz girişim kampanyaları ve sit alanları, korumaya katılımın pratik yöntemleri olmakla kalmaz, aynı zamanda, yararlı, öğretici bir etkiye de sahiptir. Belli sanatların ve tekniklerin sürdürülmesi ve bazen de canlandırılması gerekmektedir.

Kentsel miras, genel planlamanın asli bir öğesi kılınarak çağdaş yaşamla bütünleştirilmelidir. Entegre korumanın yönlendirici ilkesi, kentsel mirasın korunmasının asli bir planlama hedefi haline getirilmesidir. Bu ise koruma programının bütünsel bir yaklaşıma dayanmasını gerektirmektedir. Kentsel mirasın korunması alanında çalışan ekipler birden çok disiplinle ilgili olmalı ve diğer sektörel politikalarla-ekonomik gelişme, kültür, konut, çevre, vb. aktif bağlantı kurmalıdırlar.



KENTİN KONUTU MU KONUTLARIN KENTİ Mİ?


Kentler insanları ve toplulukları her zaman çekmiş ve bu çekilişin özünde hep konut kaygısı yer almıştır. Ev, bireyin kişisel mekânıdır. Kişi bu mekânla kentteki temel varoluşunu özdeşleştirir.
Konut, genellikle, insanın yaşamındaki en büyük harcama kalemidir. Konut stoku ise bir kentin mamur alanının en büyük bölümünü oluşturur.  Sağlıklı, güvenli, yerleşik, hoş ve şevklendirici bir yaşama çevresinin sağlanmasında kilit faktör konuttur. Konut yetersizliği, emniyetsizliğin, şiddetin, ayrımcılığın, hoşgörüsüzlüğün ve ırkçılığın ortaya çıkmasında önemli bir faktördür.

Kent sakini evinde özel yaşam hakkına sahiptir.
Herkes ve her aile güvenli ve sağlıklı konut hakkına sahiptir.
Ev, bireyin günlük yaşam için gerekli enerjiye ve gücü toplayacağı, maddi esenliğe katkıda bulunacak, güvenli bir ortam oluşturmalıdır. Keza konutlara yeşil alanlar ve bahçeler sağlanmalı, konutlar yeterli bir konutun doğal öğesi olan yeşil alanlar, bahçeler vb. ile çevrili olmalıdır.

Yerel yönetimler konut konusunda çeşitlilik, seçme hakkı ve hareket olanağı sağlanmalıdır. Kentler ve yerel yönetimler konut koşulları konusunda çeşitli seçenekler sunmalı, her ihtiyaca yönelik çeşitli tarz ve standartlarda konut olanağı yaratmalı, konut stokunun ve yerleşim çevresinin dengeli bir beldeye elverişli nitelikte olmasını sağlamalıdır. Yerel yönetimler, konutta, oturma statüsünde ve yer seçiminde çeşitlilik sağlamalı ve kamu müdahalesine yönelmelidirler.
Elverişsiz konumdaki kişilerin ve ailelerin hakkı piyasa güçleri tarafından korunamaz. Piyasa ekonomisinin ağır bastığı koşullarda, ev sahibi olabilmek, aile reisinin ödeme gücünün varlığına ve sürmesine bağlıdır. Yaşlılar, engelliler, işsizler, tek ebeveynli aileler ve bazı göçmen grupları bu açıdan dezavantajlıdır. Bu nedenledir ki konut politikası, yerel yönetimlerin sorumluluk alanı içinde bulunmalıdır. Yerel yönetimler, konut politikasının toplumsal hedeflerini gerçekleştirmek yetkisine sahip olmalıdırlar.


EŞİTSİZ KENT

Her hemşehrinin temel haklarından biri, cinsiyet, yaş, ulus veya bedensel ya da zihinsel yeterlilik ayrımı gözetilmeksizin, kentteki toplumsal etkinliklerden ve tesislerden serbestçe yararlanması olmalıdır. Engelliler dışında geçici veya süreli uyum sorunları yaşayan hemşehri gruplarının (gebe kadınların, çocukların yaşlıların, belli hasta gruplarının) durumları da genellikle göz ardı edilmektedir.

Kentler herkesin her yerde yararlanabileceği biçimde tasarlanmalıdır.
Bütün ticari, idari ve kamusal binalar; kültür, spor, sağlık tesisleri ve dini binalar; sokaklar; kamu yapıları; kültürel ve toplumsal olaylar, sakatlığı veya engeli ne olursa olsun herkesin erişip yararlanabileceği gibi olmalıdır. Engellileri veya azınlık gruplarını temsil eden uzmanlık dernekleriyle, bu derneklerin kendi aralarında işbirliği kurulması zorunludur. Hizmetlerin planlanması, geliştirilmesi ve uygulanması aşamalarında danışma ilişkisinin varlığı, sunulan hizmetlerin kalitesini yükseltir ve yerel yönetimlerce benimsenen entegrasyon önlemlerinin verimliliğini arttırır. Bu grupların farklı kaynaklardan ve olanaklardan yararlanmaları teşvik edilmeli; bu bağlamda uluslararası piktogramlar, yol işaret tabelaları ve çeviri olanakları yaygın olarak kullanılmalı, etnik azınlıklar için yoğun pratik dil eğitimi verilmeli, kullanıcı-dostu yeni enformasyon sistemleri devreye sokulmalıdır.


KENTSEL ALANLARDA SPOR VE BOŞ ZAMAN


Spor bireylere ve topluluklara etkileşim olanakları sağlar, onları yakınlaştırır. Özellikle gençlere yön duygusu kazandırır ve onların toplumsal yabancılaşmadan kaçınmasını sağlar. Her kent sakini spor ve rekreasyon etkinliklerine katılma hakkına sahiptir. Her kentin veya kentsel alanın bütününü kapsayan bir spor tesisleri ağı sağlanmalıdır.
Spor tesisleri güvenli ve iyi planlanmış olmalıdır. Kentlerdeki spor tesisleri çevredeki binalarla ve kent siluetiyle kaynaşmalı, mekan duygusuna katkıda bulunulmalıdır.


KENT VE KÜLTÜR

Yerel ve bölgesel yönetimler sanat ve rekreasyon tesislerinin sağlanmasında, kültür etkinliklerinin geliştirilmesinde ve kültürel demokrasinin gerçekleşmesinde yaşamsal bir rol oynar. Mimari yapıtlar, dil, sanatlar, müzik ve edebiyat kentin zengin tarih hazinesinin ve kollektif belleğinin ifadesidir. Bu kültür ve sanat oluşumları yaşam biçimlerindeki, toplumsal modellerdeki ve kültürel miras ve deneyimdeki değişimin barometresidir. Kültür halkın kazanılmış kavramlarının oluşturduğu bir alandır; edebi, bilimsel ve sanatsal gelenekler ve bilgi demektir. Bütün kent sakinleri kültür hakkına sahiptir. Kültür herkesle ilgilidir. Sadece ayrıcalıklı bir avuç insanın veya seçinlerin alanı değil, tüm toplumsal grupların yaratıcılığını ve hayal gücünü harekete geçiren bir araçtır.
Kültür politikası, kapsamlı bir kent politikasının kilit öğesidir; kentlerde yaşam kalitesinin iyileştirilmesine ve insan haklarının geliştirilmesine yönelik genel politikanın ayrılmaz bir parçasıdır. Kültür alışverişi farklı uluslardan, farklı bölgelerden halklar arasında güçlü bir bağ oluşturur.


KENT VE SAĞLIK

Sağlığın geliştirilmesinde ve korunmasında kentler eşsiz bir potansiyele ve role sahiptirler. Sağlığın başlıca belirleyici faktörleri, insanların içinde yaşadıkları fiziksel ve toplumsal çevre ve yaşam biçimlerinin niteliğidir. Belediyelerin amacı, kentsel yaşamın her alanında sağlıklı kamu politikaları oluşturmak ve uygulamak olmalıdır.
Özellikle siyasal bağlanmayı dizginlemek, engelli grupların özel sağlık ihtiyaçlarını ve taleplerini göz önünde bulundurmak, sağlık alanındaki eşitsizlikleri azaltmak yani sağlıklı seçenekleri kolay seçenekler haline getirme önemlidir. İnsanların bireysel ve kolektif olarak kendilerine bakabilecekleri, hastalık veya kaza halinde genel bakım sağlayan toplumsal koşulların yaratılması da önemlidir. Kentsel çevre bütün sakinlerin sağlığına elverişli olmalıdır.
Bunu sağlamak için ise kapsamlı bir kentsel çevre politikası oluşturulmalı; atık yönetimi gerçekleştirilmeli, hava, su, toprak ve toprak altı kirliliği izlenmeli; gürültü kirliliği azaltılmalı ve izlenmeli; tehlikeli atıklar tümüyle yok edilmeli; doğal ve insan elinin ürünü olan çevreyi etkileyen doğal afetlerin gerçekleşmesine karşı koruyucu önlemler alınmalı; en duyarlı kentsel alanlar ve kesimler sürekli gözetim altında tutulmalı; sakatlar için özel tesisler sağlanmalı; genel olarak belde imarı ve toplumsal yenilenme sağlanmalıdır.

2. İnsanların temel ihtiyaçlarını karşılayan malların güvenli ve sürekli bir biçimde sağlanması, sağlık açısından önemli bir faktördür.
Kentsel çevrede insanlar gelişmeleri ve yaşamlarını sürdürmeleri için gerekli malları sağlama konusunda bağımlı durumdadırlar. Bu mallar herkesin erişebileceği koşullarda sunulmalı, adil olarak dağıtılmalı ve tüketiciler için ayrıcı bir zorluk nedeni olmamalıdır.
Bunun için ise içme suyu sağlıklı ve güvenli biçimde sağlanmalı; dayanıksız tüketim mallarının arzı ve dağıtımı izlenmeli; gıda kalitesi denetlenmeli, gıda maddelerinin üretimi ve tüketim yerlerinin temizliği konusunda kesin düzenlemeler yapılmalı; belli başlı kamu hizmeti kuruluşları altyapılarının sunuluşu ve dağılımının önceliği konusunda kesin politikalar oluşturmalıdır. Sağlıklı toplum için mahalle düzeyinde desantralize sağlık bakımı sağlanmalı; halk sağlığıyla ilgili gönüllü kuruluşlara ve gruplara aktif destek verilmeli, uzmanlara ve gönüllü görevlilere yönelik sağlık bakımı eğitimi geliştirilmelidir.



YURTTAŞ KATILIMI, KENT YÖNETİMİ VE KENT PLANLAMASI

Yerel siyasal yaşama hemşehri katılımı, temsilcileri serbestçe ve demokratik biçimde seçme hakkıyla korunmalıdır. Hemşehrilerin yerel demokrasiye katılım hakkını kullanması, en başta, karar alma yetkisinin seçilmiş temsilcilere devriyle sağlanmaktadır. Seçilmiş temsilciler, o yörede yaşayan hemşerilerin esinliği için karar alma ve politikaları, programları ve projeleri uygulama yetkisine sahiptir. Yerel siyasal yaşama hemşehri katılımı, yerel, siyasal ve idari yapının her kademesinde etkinleştirilmelidir. Nilüfer’de bu dönem uygulanmakta olan mahalle komiteleri anlayışı bunun en somut örneğidir.

12 Nisan 2009 Pazar

Büyükşehir’in Ulaşım Politikası İnsan Odaklı Değil !


Gazetelerde BursaRay’ın Özlüce’ye ulaştığı haberlerini herkesin gördüğünü sanıyoruz. Kentin tek ulaşım otoritesi olan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından yapılan hafif raylı sistem kentin batı yönünde ilerliyor. Toplu ulaşımın Bursa kentinin olası her noktasına doğru yaygınlaştırılması son derece memnuniyet vericidir. Bursa kentinin batı kısmına uzanan BursaRay’ın  bölgede yaşayan 40.000 kişi için ulaşım konfor ve rahatlığı sağlayacak olması yanında toplu taşımacılığın gelişmesi de önem taşımaktadır.
Ancak Altınşehir – Ertuğrul ve Özlüce durakları hizmete açılan BursaRay sisteminde önemli sıkıntı ve sorunlar vardır.
1.    BursaRay’ın Küçük Sanayi İstasyonu’ndan itibaren Bülent Ecevit Caddesi ile Uğur Mumcu Bulvarı paralel olarak gittiği  güzergahı üzerinde ilk durak Altınşehir Durağıdır. Altınşehir Durağı Gıda Toptancıları Sitesi önündedir. Gıda Toptancıları Sitesi’nde yaklaşık 200 işletme ve 2000 civarında çalışan olup bunların büyük kısmı yaptıkları için özelliği nedeniyle araç sahibi olan veya işyeri aracı kullanan insanlardır. BursaRay Altınşehir Durağı’nın 3 girişi bulunmakta ve 2 giriş Gıda Toptancıları Sitesi içinde yer almaktadır. Bu girişlere Gıda Toptancıları Sitesi dışında ulaşmak mümkün değildir. 3 Giriş ise giriş ağzı güneye bakacak biçimde yerleştirilmiş olup, Altınşehir Mahallesi’nin kuzeyde olduğunu düşündüğümüzde halkın kullanım yönünün tam tersi noktada oluşturulmuştur. Müzeyyen Senar Caddesi ile 204., 207. Ve 208. Sokaklardan Altınşehir BursaRay durağına yaya ulaşımı için geçiş noktası bulunmamaktadır. Uğur Mumcu Bulvarı bölgenin en işlek ve süratli akan caddesi olup, yayaların ve özellikle çocuk, yaşlı,engelli ve çocuklu, pusetli anne-babaların geçişi için uygun geçiş noktaları ve trafik düzenlemeleri yapılmamıştır.
 
Uğur Mumcu Bulvarı’nın güneybatısında yaşayan Nilüferliler için ise Gıda Toptancıları Sitesi’ne girmeyi tercih etmemeleri halinde yayaların BursaRay durağına gidebilecekleri bir yaya kaldırımı yoktur.  Gerek Müzeyyen Senar Caddesi’nden gerekse 204,207 ve 208. Sokaklardan sürekli bir trafik akışı söz konusu olduğu için bu noktalardan da karşıdan karşıya geçebilmek olanaksızdır. Altınşehir BursaRay Durağı için gerekli önlemlerin alınmaması halinde bir çok trafik kazalarının olması ve can kaybı yaşanması olasılığı hiç de az değildir.  
2.    BursaRay’ın ikinci durağı olan Ertuğrul İstasyonu’nda da benzeri düzenleme sorunları vardır. Uğur Mumcu Bulvarı’na paralel seyreden BursaRay hattına ulaşabilmek için Ertuğrul Mahallesi’nin Uğur Mumcu Bulvarı’nın kuzeyinde ve kuzeydoğusunda yaşayanların yaya olarak geçişleri dikkate alınmamıştır. Açılış töreninin yapıldığı BursaRay Durağı olan Ertuğrul Durağı’na Abdi İpekçi Caddesi, 321.,326. Ve 327. Sokaklardan yayaların ve özellikle çocuk, yaşlı,engelli ve çocuklu, pusetli anne-babaların geçişi için uygun geçiş noktaları ve trafik düzenlemeleri yapılmamıştır.
Ertuğrul Mahallesinde yaşayan yaklaşık 10.000 kişinin büyük kısmı Uğur Mumcu Bulvarı’nın kuzeyinde yaşamakta olup, Dörtçelik Çocuk Hastanesi önünde bulunan Ertuğrul BursaRay Durağı’nda da 3 giriş bulunmakta, 2 giriş hastane önünde tek giriş ise yine yolcu yükünün olduğu tarafın tersine biçimde yerleştirilmiş olarak Uğur Mumcu Bulvarı ile Mahalle arasında yer almaktadır. Ayrıca Doğan Avcıoğlu Caddesine açılan sokaklarda da yayalar için gerekli trafik düzenlemeleri bulunamamaktadır.
3.    Yüzüncüyıl  ve Özlüce Mahallelerine ortak hizmet verecek olan Özlüce Durağı tamamlanmış olmasına karşın etraftaki inşaatlar ve yol düzenlemeleri nedeniyle şu anda zaten yayaların kullanımı için bir çok sorun mevcuttur. Düzenlemelerin yapılmasından sonra nasıl olacağı bilinmemektedir.
BursaRay’ın açılışı yaygın medya organlarında büyük bir sitayişle karşılanmış ve Saray konforu vb. başlıklarla haberleştirilmiş ve bazı yazarlarca diğerlerine göre daha estetik ve modern olduğu yönünde görüşler belirtilmiştir. İstasyonların merdivenleri duvarları vb. malzemeleri daha estetik ve modern olabilir ancak yukarıda yer alan sorunlar dikkate alındığında 10 ay erken çalıştığı ileri sürüldüğü için BursaRay’ın bir çok eksikle hizmete başladığı açıktır.

Nilüfer Kent Konseyi, henüz inşaat sürmekte iken bölgede hizmet verecek durakların, yollarla ilişkilerini, yayalar için getirilen çözümleri, Bursa Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Daire Başkanlığı’na sormuş olmasına karşın herhangi bir yanıt alamamıştır. Şimdi tıpkı İzmir Yolu’nda olduğu gibi BursaRay’ı kullanmak isteyecek Altınşehir, Ertuğrul, Özlüce ve Yüzüncü Yıl mahallelerinde yaşan 40.000 kişi trafik azası riski altında toplu ulaşımı kullanabileceklerdir. Bu durum toplu taşımanın tercih edilmesini güçleştireceği gibi bir çok kazaya da yol açmaya adaydır. 

8 Ocak 2009 Perşembe

Otomotiv'de neyin krizi!!!


Hepimizin izlediği gibi uluslararası sermaye yeni bir dönemin başlangıcında ve önemli bir faz değişikliği için hazırlık yapıyor. ABD merkezli olarak geçtiğimiz 6 ay içinde giderek genişleyen kriz, Mortgage'den çözülerek dünyayı dalga dalga sarmış gibi  görünmektedir.

“Hamdolsun iyiyiz” denilen bu ortamda özellikle Bursa'da otomotiv ana ve yan sanayi krizi bahane ederek ve fırsatçılık yaparak işçi çıkarmayı sürdürmektedir. İşçi çıkarma operasyonları hem genç emekçileri(özellikle askerliklerini yapmayanlar çıkarılıyor)  hem de sendikalı emekçileri daha çok vurmaktadır.(çıkarılan sendikalı işçi sayısı hayli yüksektir.)

Bir çok analist, ekonomist ve biliminsanı, henüz krizin etkilerini hissetmediğimizi, gelecek 3-4 aylık periyotta daha derinden etkileri hissedilecek olan bu krizin ülkenin tümünde yaygın bir işsizlik ve durgunluk ortamı yaratacağını beklenti olarak ifade etmekte, bu krizin salt mavi yakalı denilen işçilerle sınırlı kalmayacağı, esas itibariyle beyaz yakalı olarak adlandırılan çalışanları etkileyeceğini belirtmekte, özellikle otomotiv sektöründe daha iyi ücret ve gelir düzeyindeki çalışanların tümünün yıkımla sonuçlanacak bir süreç yaşayacağı, hatta villalarda oturan işsizlerden oluşan bir ordu ortaya çıkacağı fikri giderek ağırlık kazanmaktadır. Nitekim bankacılık sektörü ciddi sayıda çalışanını işten çıkararak bunu göstermiştir. Hatırlatmak gerekirse 2001 krizinde de ilk işsiz kalan kesim finans sektörü çalışanları olmuştu.

Bu ülkemiz emekçilerini gelecek 3-4 aylık süreçte bekleyen önemli bir dönüş anı yaratacak denli derin ve etkili bir kriz içeriğidir. Türkiye, 24 Ocak 1980'de atıldığı neoliberal süreçte belki de ilk kez bu kadar ağır bir kriz yaşayacak ve ülke derinden alt üst olacaktır. Son 25 yılın yarattığı yoksulluk bu kez kendilerini daha güvende hisseden daha yüksek gelir grubunda yer alan emek sahiplerini hedefine yerleştirmiştir.

Öte yandan kriz özellikle otomotiv sektörü ekseninde bu küresel krizle sınırlı da değildir. Otomotiv Sektörü krizi daha ağır bir süreci barındırmaktadır. 04.12.2008 Tarihinde  Amerikan otomotiv sektörü CEO'ları, ABD Kongresi'nde sıralı bir sunuş ve toplantı yaparak, kendi hükumetlerinden yardım istemişlerdir.


Otomotiv Sektörü krizi sadece global krizin bir türevi değildir. Uzun zamandır dünyada “petrol rezerv tavanı” ile ilgili tartışmalar sürmektedir. Bazı uzmanlar-ki bunların arasında otomotiv şirketleri ya da petrol tekellerinin uzmanları da vardır- petrol rezerv tavanına 2005-6 yıllarında ulaşıldığını ileri sürmektedirler. Dünya üzerinde çıkarılabilir petrol miktarının en üst sınırına ulaşılmıştır. Petrol arzını bir çan eğrisi gibi değerlendirdiğimizde  bu eğrinin üst sınırını geçtiğimiz ifade edilmektedir. Diğer bir ifade ile petrol üretimi bu sınırdan itibaren azalarak sürecek ve tükenene kadar devam edecektir. Dünya üzerinde Otto çevrimli benzinli motor ve dizel motor teknolojisi ile çalışan otomobillerin ömrü şimdi her zamankinden daha hızla tükenmektedir. Krizin asıl nirengi noktası burada oluşmaktadır. Yani dünya bu global krizden kendini toparlayarak çıksa, Uluslararası sermaye kendini güçlendirecek yeni bir döneme girse  bile otomotiv sektörünün krizi devam edecektir.

Güneş Enerjisinden elektrik elde ederek, sıkıştırılmış hava ile enerji elde ederek, biyoyakıtlarla çalışacak biçimde üretilecek hibrit araçlar, şimdi bildiğimiz ve kullandığımız otomotiv teknolojisinden farklı olmak durumundadır. Araç satın alma tercihlerinde en üst sıralarda yer alan konfor ve güvenlik unsurları yerini yakıt ekonomisine ve ulaşılabilir yakıt bulmaya bırakacaktır. Otomobil kullanmakta ısrar eden tüketicilerin yakın gelecekte karşılaşacağı sorunlar en az o araçları üretenlerin karşılaşacakları sorunlar kadar büyük olacağı gibi kullanımda yer alan yani teknik olarak araç parkı diye tarifi yapılan parametre açısından da son derece sorunlu bir gelecek bizleri beklemektedir.  Son yıllarda araçların ekonomik ömürlerinde önemli düşüşler yaşanmıştır. Otomobil yenileme süresi 1,5 yıla kadar düşmüştür. Çevrimini bu yenileme süresi ile sağlayan bir sektör olan otomotiv dünyada bu krizle başa çıkmak için çareler ararken, ülkemizde hem yenilenme süresi ve hemde üretim dışı gelirlerle(faiz vb.) kendini çeviren bu sektör çok zorlanacaktır. Güvenlik unsurları nedeniyle yüksek tonajlı, aktif ve pasif güvenlik donanımlarına sahip araçlar şu an için yeni teknolojilerle çözümlenemeyen sorunları barındırmaktadır. Hiç kimsenin tercih etmek istemediği klimasız ve elektronik donanımı düşük  araçlara dönüş olabilecektir. Yeterince büyük ve ivmeli güç üretemeyen teknolojilere geçilmesi klimaları ortadan kaldıracak, araçların klimasızlaşmasına yol açabilecektir. Araç satın alanların tercihleri değişecek ve dolayısıyla otomotiv sektörü üretim sürecini mevcut halinden çok farklı bir hatta taşıyacaktır. Ford'un ilk kez montaj hattına soktuğu, mekanik alt yapı günümüze dek çok farklılaşmadan gelebilmiş ve sürekli iyileştirmeler geçirmiştir. Şimdi otomotiv endüstrisi köklü bir değişimle baş başadır. Bu sektörde çalışanların daha çok işsizliğe maruz kalmaları anlamına da gelecektir. Farklı bir açıdan bu durum belki de toplu ulaşım sistemlerinin gelişmesine ve  karayolu dışında diğer ulaşım seçeneklerinin değerinin artmasına yol açması ihtimalini bünyesinde taşımaktadır.
    
Bu Bursa için daha anlamlı bir durumdur. 1970'li yılların başlarından itibaren Bursa Ovası'nın yok edilmesi pahasına otomotivleştirilen bu topraklar, şimdi bir yandan otomotiv fabrikaları hurdalığı haline dönme tehlikesi ile yüz yüze gelmekte, diğer yandan yok olan tarımsal alt yapı ve kirlenen toprak, işsizlikle yığılmış halkı besleyecek zeminden uzaklaşmış olma nedeniyle daha kapsamlı tehlikelere kapı açmaktadır.

Genel kabul otomotiv ana sektöründeki bir işçiye karşı yan sanayide altı işçi olarak değerlendirilmektedir. Yani 10.000 ana sanayi işçisini işten çıkarılması 60.000 kişinin direkt işsiz kalması anlamına geldiği gibi, onların aileleri ve bu insanların alış veriş yaptığı insanlarla birlikte 300.000 kişiye yakın bir insanın bu durumdan etkilenmesi anlamına gelecektir. Sözünü ettiğimiz sayı Bursa kenti nüfusunun %15'i anlamına gelmekte, mevcut işsizliği de buna eklediğimizde ortaya bir felaket tablosu çıkmaktadır.

Yakın gelecekte tartışmak üzere önümüzde çok ciddi bir dizi sorun bulunmaktadır. Bunların başında ortaya çıkan krizin faturasını kim ödeyecek sorusu temel sorudur. Her zaman  olduğu gibi bu krizin de faturasının emekçi sınıflara kesilmek istendiği ortadadır. Emekçiler örgütlenmeli ve bu krizin faturasını, krizden sorumlu olanlara ödetmek için örgütlü mücadeleyi pekiştirmelidir. Krizde ilk iş olarak işçi çıkartmayı düşünen sermayenin geçmiş karlarını ve rezervlerini kullanması için her açıdan baskı yapılması ve bu krizde işçi çıkarmadan, esnek çalışma yöntemlerine prim verilmeden, krizin yönetilmesi sorumluluğu gösterilmelidir.  Diğer ciddi bir sorun ise otomotiv sektörünün geleceğidir. Neredeyse tamamen dışa bağımlı ve dışarıdan gelen etkilere son derece açık olan ülkemiz otomotiv endüstrisi, otomotiv sektörünün geleceğine dair olan biteni incelemek ve önlem almak durumundadır. Sektörün 40 yıllık birikimi ve bu zaman süresince yetişmiş teknik-idari personelin geleceğinin nereye doğru evrileceği ivedilikle ele alınmalıdır. Otomotiv sektörü bir seçimle başa başadır. Ya mevcut tutumu sürdürecek ve bunun radikal ve acımasız sonuçlarına katlanacak ya da  bu süreci emekçiler ve kendi lehine dönüştürecek adımlar atacaktır. Bir çözüm olarak toplu taşımacılık yönünde araştırma yapılmalı, yolcu ve yükün %95'ini karayolu ile taşıyan bu ülkenin toplu taşımacılığa geçişi, mevcut fabrikaların hafif raylı sistemler, demiryolu sistemleri üretilecek yönde dönüştürülmesi için inceleme ve araştırma yapılmalıdır. Olan biteni sadece uluslararası sürecin bir türevi gibi görmek yerine, daha derin olan bu krizi doğru çözümlemelidir.

Sermaye hemen her krizde, krizleri bir fırsat gibi gördüğünü ileri sürmekte, krize dönük fırsatları, emekçilerin aleyhine çözmekte de giderek daha çok maharet kazanmaktadır.

Şimdi bu krizi yine bir fırsat gibi görmeli, geleceğini planlarken emekçileri ve onların kazançlarını yok edici adımlar atmak yerine sektörün topyekün dönüşümü için  davranmalıdır.