23 Nisan 2011 Cumartesi

Şartusun yaptumaycoz*


22 Nisan 2011 günü Bartın’da bir şenlik yaşadık.
Bartın Platformunun düzenlediği miting Kemer Köprü’den Bartın meydanına kadar aktı.
20.000’den fazla Bartınlı “yaşam hakkıma dokunma” demek için “Santral Yapma Boşuna Yıkacağız Başına” sloganı ile yürüdü.
İstanbul, Bursa, Samsun, Kastamonu, Zonguldak’tan gelen ve sayıları 50 kişiyi aşmayan konuklar dışında katılımcıların tümü bölge halkından kişilerdi.
Kurucaşile,Ulus, Filyos’tan Küre Dağlarından Loç Vadisi’nden köylüler traktörlere, köy minibüslerine binmişler ve Bartın’da tek ses tek yürek olmuşlardı.
Daha kente girerken bizleri pankartlar ve tabelalar karşılamıştı zaten hepsinin tek bir ortaklığı vardı: Bartın’da termik santral istemiyoruz.
Bartın Çarşısındaki tüm dükkanların camlarında ve vitrinlerinde mitingin duyurusu yer almaktaydı.
Kentin esnafından kahvede oturanına dek herkes bu termik belanın kentlerinden uzak tutulmasını ve ülkeden de uzak tutulmasını istediklerini açık ve kesin bir dille ifade ettiler.
HEMA A.Ş. adlı kuruluş Bartın’da kurulmak istenen 2640 MW'lık 2 termik santralin projesi için önce Tarlaağzı-Gömü bölgesi için bir başvuru yapmış. Bartın Platformu’nun çabaları ile olumsuz ÇED raporu alınırken şimdi aynı şirket ilk yerin 2-3 km ötesinde Delikliburun’da başvuru yapıyor.
Bartın-Amasra arasına yapılmak istenen termik santralle ilgili ÇED süreci başlamış durumda.
Bartın, Küre Dağları Milli Parkı sınırları içinde yer alıyor. 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı’na göre Bartın’da ağır sanayi ve enerji yatırımları yapılamayacağı kesin.
Şirket kararlı gibi görünüyor ama halk en az şirket kadar kararlı; “Termik Santrali Yaptırmayacağız” diyor.
Buna karşın termik santral yapma talepleri ardı ardına geliyor.
Bu durum sadece Bartın için böyle değil. Benzeri biçimde İskenderun Körfezi’nde de 16-17 adet termik santral yapılması için başvurular yapılmış ve lisanslar sağlanmış durumda.
Biliyorsunuz, "Çernobil nükleer felaketi"nin yıldönümü geldi çattı. Japonya’daki deprem ve ardından gelen "Fukuşima nükleer felaketi" ortada iken Başbakan ve Enerji Bakanı "nükleer santral için kazmayı vuracak hale geldik" diyor.
Başta Akkuyu ve Sinop olmak üzere 6 adet nükleer santral yapımı için hükümet yola çıkmış durumda.
Hatta İğneada Longoz’u gibi dünya harikası bir noktaya yapılması da planlanmakta.
Öte yandan Türkiye’de özellikle başta Karadeniz bölgesi olmak üzere ülkenin dört bir yanında 1400 adet hidroelektrik santral yapılmak isteniyor.
Tüm bu çabaların temelindeki amaç ortak, 21.yüzyıldaki en önemli çatışma alanının enerji olacağı kabulü ve bu kabul doğru. Önümüzdeki yüzyılda enerji sorunu ile ciddi olarak uğraşacağız.
Peki, ülkemizin enerji ihtiyacı olacağı iddiası doğru mu? Bunu tartışmamız gerekiyor.
Türkiye’nin kurulu enerji gücü 49.000 Mw ve bunun şu anda ancak yüzde 60-70’lik bir kısmı kullanılıyor.
Sözü edilen tüm tesisler yapılmış bile olsa bunların kurulu gücümüzün yüzde 20’sine ulaşamayacağı da açık.
Burada sorun bir enerji sorunu değildir. Sorun hükümetin bu alanı sermayenin insafı ve iştahına açık bir alan haline getirmek üzere yakın geçmişte yaptığı düzenlemelerdedir.
Dün Bartın halkı, termik santrale hayır diyen güçlü bir ses verdi.
24 Nisan Pazar günü İstanbul’da Kadıköy Meydanı’nda nükleer santrallere hayır denilecek.
Anadolu halkları ayakta ve suyuna, toprağına, havasına ve yaşam alanlarına karşı gelişen bu tecavüzün farkında. Bu nedenle sesini yükseltiyor
Bartın’lı yaşlı bir teyzenin dediği gibi: ŞARTUSUN YAPTUMAYCOZ

(*) Bartın yerel dilinin güzelliği ile şart olsun yaptırmayacağız.

19 Nisan 2011 Salı

'Fırıncıya Söyleyin Ekmek de Vermesin…'


Başbakan’ın 2023, Cumhuriyetin 100.yılı hayalleri kurduğu, İstanbul’da 3 kent kurulması çılgınlıklarının yaşandığı ve seçime 50 gün kalan Türkiye’de YSK’nın kararı tam anlamıyla şok yarattı.
Yüksek Seçim Kurulu (YSK), aralarında Hatip Dicle, Leyla Zana, Sebahat Tuncel, Ertuğrul Kürkçü ve Gülten Kışanak'ın da bulunduğu 12 bağımsız milletvekili adayının adaylığını, milletvekili seçilme yeterliliğini etkileyecek eski mahkumiyetleri bulunduğu gerekçesiyle iptal etti.
Kurul, bağımsız milletvekili adayları ile siyasi partilerin milletvekili geçici aday listeleri üzerindeki incelemelerini tamamlamış, milletvekili adaylarının adli sicil kayıtlarını inceleyen YSK, 12 bağımsız milletvekilinin sabıka kayıtları bulunduğunu saptamış ve milletvekili adaylıklarının iptaline karar vermiş.
YSK’nın bu tür kararlarına itiraz yolu açık değil dolayısıyla bağımsız adayları destekleyen Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloğu’na dahil parti ve yapıların gösterdiği bağımsız adaylar için artık yapacak bir şey yok, yani yerlerine yenileri konulamayacak.
Ancak partilerin var.
Bunu neden yazıyorum çünkü sadece bağımsız adaylar için değil ÖDP adaylarının da benzeri gerekçelerle adaylıkları YSK tarafından sonlandırılmış durumda.
Başta Kürtler olmak üzere  yüzde 10’luk seçim barajının mağduru durumunda olanlar şimdi de adaylık iptali ile başka bir yola doğru itilmekteler.
Sistem kendi önlemini alıyor, geçen seçimlerde bağımsız adayların kazanmasını ve Meclis'e girmesini göz ardı eden ve büyük bir hata yaptığını gören sistem bu kez aynı hatayı tekrar etmemek için şimdi de bağımsız adayların önünü tıkıyor.
Acaba yaptıkları her davranış konuşma, eylem, hareket için dava açılan insanlar nasıl olacak da temsil edilecekler, milletvekili olacaklar?
Siyasal olarak nasıl temsil edilecekler?
Türkiye’de seçim sistemi nedeniyle halkın yarısına yakın kısmının iradesi TBMM’ye yansımaz durumda iken, baraj konusunda meclisteki hemen tüm partiler zımni bir kabul içinde davranırken, her fırsatta “dağdan inilsin, siyaset yapılsın” denilirken, adaylıkların iptali ne anlama geliyor.
Bu Türkiye demokrasisi ve Kürt Sorunu’nun çözümüne altına dinamit koymak demektir.
Bu karar ile Seçim Yasası’nın, Siyasal Partiler Yasası’nın, 12 Eylül Hukuku’na dahil olan tüm yasaların neden değişmesi gerektiği bir kez daha anlaşılmış olmalıdır.
AKP başta olmak üzere tüm siyasal partilerin bu durumu düzeltmek üzere adım atması şarttır.
Hem bu kararı alıp hem de yargıya müdahale edemeyiz sözleri, kimselere inandırıcı gelmeyecektir.
Seçimler şimdiden şaibeli hale gelmiştir.
Bu haliyle seçim yapılması demek yeni oluşacak Meclis'in de şaibeli hale düşmesi demektir.
Yeni Meclis’ten yeni bir anayasa yapma beklentisinde bulunan Başbakan’ın bu yeni Meclis'e yeni bir anayasa yaptıramaması demektir.
Aslına bakılırsa bu şaibeden en çok etkilenecek Kürtler kadar AKP’nin kendisidir aynı zamanda.
YSK’nın bu kararının anlamı Kürtlere siyaset yapmayın demek. Sırrı Süreyya Önder’in dediği gibi :
“Fırıncıya Söyleyin Ekmek de Vermesin…” 

12 Nisan 2011 Salı

Kayapa göletinde balık çiftliği


Deniz ürünleri üreticileri, doğal ortamlardaki balık stoklarının azaldığını ileri sürerek ortaya çıktığını düşündükleri açığı kapatmak için başta denizler olmak üzere her yere balık çiftliklerini kurmaya başlayınca, dünya genelinde tüketilen deniz mahsullerinin yüzde 40’ı bu tür çiftliklerden karşılanmaya başladı.
Gelecek on yıl içinde bu payın yüzde 50’yi aşacağı öngörülüyor. 
Fakat tıpkı et üretimi için fabrika tipi konsantre çiftliklerin kurulmasında olduğu gibi balık çiftlikleri de, birkaç sazan ya da yayın balığı yetiştirmek için bitki artıkları, otlar ve gübrenin verimli bir biçimde yeniden kullanılmasına dayanan geleneksel kökenlerinden saptı, endüstriyel çiftliklerde, kapalı ortamlarda üretilen balıklar için çok büyük miktarlarda yem, enerji, hastalık önleyici biyositler kullanılırken, yine büyük miktarlarda da gübre ortaya çıktı.
Günümüzde tonbalığı, somon, çizgili levrek, çipura, karagöz, karides ve diğer etobur balıkların yetiştirildiği çiftliklerde, üretilen balıktan daha fazlasının yem olarak tüketildiği biliniyor.
Endüstriyel çiftliklerin artışı ile bu çiftliklerden kaynaklı kirlilik konusu da tartışma alanımıza girmiş oldu.
Özellikle, balık kaçışı, aşırı ilaç ve biyolojik materyal kullanımına bağlı su kirliliği, suyun yeniden kullanılmasını sağlayacak teknolojilerin uygulanmıyor oluşu ve balıklardan kaynaklanan kirliliği arıtıp çevredeki sulara karışmasını engelleyecek kapalı konteynır çiftliklerin olmayışı önemli sorunlar olarak karşımızda durmaktadır.
Ülkemiz bu konuyu turistik bölgelerin yakınlarında ortaya çıkan yoğun balık çiftliği başvuruları ile öğrendi.
Son olarak ise Sığacık Körfezinde Orkinos Çiftliği kurulması çabası ile gündemimize oturdu diye düşünürken Bursa’da da bu konunun önümüze geldiğini gördük.
Bursa İl Özel İdaresi’nin Nilüfer İlçesi sınırları içinde Kayapa Mahallesi'nde bulunan Kayapa Göletinde kafeste alabalık üretimine izin verdiğini, bizi bir yurttaşımızın uyarması sonucu öğrenmiş olduk.
İdare ile yaptığımız yazışmada Bursa İl Tarım Müdürlüğü’nün uygun görüşü, Çevre ve Orman İl Müdürlüğü’nün ÇED gerekli değildir kararı ve İl Encümeninin 8.2.2011 tarih ve 41 sayılı kararı ile gerekli iznin verildiği belirtilmekte idi.
Değirmendere suyu üzerine sulama amacıyla 1990-1998 yılları arasında tesis edilen ve 1998 yılında işletmeye alınan Kayapa Göleti yıllık 3.650.000 metreküplük kapasitesi ile yaklaşık 14 milyon metrekarelik (14.000 dönüm) bir alanı sulamaktadır.
Bilgiye göre yıllık 70 ton kafeste alabalık üretim izni verilen göletin 840 metrekaresi için kullanım izni verilmiştir.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı(UNEP) Akdeniz Eylem Planı Birimi'nin raporlarında balık çiftliklerinin neden olduğu bir çok zarara dikkat çekiliyor. Rapora göre 1990'lardan beri Akdeniz'in birçok ülkesinde çiftlik sayısı hızla arttı.
Bununla birlikte ekosistemin uğradığı zarar da ortaya çıkmış oldu.
Her bir ton balık üretimiyle 110 kg. azot, 12 kg. fosfor ve 450 kg. karbonun açığa çıktığını anlatan rapora göre, "Kullanılan organik ve kimyasal maddelerden kaynaklanan sorunlar, çiftliklerin yakınındaki kıyılara yansımış durumda. Kullanılan ilaçlar ekosistemde geri dönülmeyecek zararlara yol açıyor."
Rapora göre, Akdeniz'e karışan azot, fosfor ve karbonun yüzde 20'si Türkiye'den kaynaklanıyor. Oran Yunanistan için yüzde 40'ı aşıyor.
Öncelikle verilen yemlerinin yüzde 80 gibi bir bölümü balıklarca tüketilmiyor. Çeşitli kimyasallar da içeren bu yemler ile birlikte balıkların dışkıları da deniz dibinde birikerek zamanla deniz dibindeki bitki örtüsünü yok ediyor.
Bu gelişme o yörede bu bitkileri yumurtlama alanı olarak kullanan diğer canlıların bölgedeki varlığını tehdit ediyor.
Yine bu birikimler yavaş yavaş denizde diğer canlılar için toksik özellikler içeren bir çok kimyasal maddenin oluşuma ve birikimine, oksijenin de azalmasına yol açıyor.
Bu maddeler arasında nitrat ve nitrojen gibi maddeler de bulunuyor. Bu toksik maddelerin zamanla insan sağlığını bile tehdit etmesi olasılık dahilinde.
Balık çiftliklerinin büyük bölümünde yem olarak kullanılan kimyasalların yanı sıra, balıkların verimini artırıcı ve hastalıklara karşı da kullanılan antibiyotiklerin kullanımı Türkiye’de de oldukça yaygın durumdadır. Ancak çoğu üretici bu ürünleri bilim dışı yöntemlerle kullanıyor.
Balık çiftliklerindeki üretimde antibiyotik kullanımının insan sağlığına olumsuz etkisi yok, bununla beraber bu kullanım çevredeki diğer deniz canlılarının bağışıklık sistemine zarar verebilecek kadar yüksek. Bu nedenle üretimin mümkün olduğu kadar deniz akıntılarına kapalı koylardan uzak tutulmasının da denizin kirliliğini azaltmak açısından olumlu sonuçlar vereceğini söylemek mümkün.
Dünya bu çiftlikleri yakın denizlerden, kapalı koylardan uzaklaştırmaya çalışırken Kayapa Göletinde bu tür bir tesise izin vermek, gelecekte olası bir su ihtiyacında bu göleti hiç kullanamamak anlamına geliyor.
Karadeniz bölgesindeki her derenin üzerine bir HES yapma telaşı içinde iken Kayapa Göleti gibi yapay sulak alanların nasıl tehditler altında olduğunu da gözden kaçırıyoruz.
Gölet sulama amaçlı olarak yapılmış bir gölet olup, Tahtalı, Ürünlü ve Alaattinbey Köyleri başta olmak üzere Bursa- İzmir Devlet Karayolu’nun güneyini sulamaktadır.
Bilindiği gibi 1/100.000 ölçekli Bursa Strateji Planı’nda bu bölge özel ürün bölgesi olarak tescil edilmiş ve koruma altında bir bölgedir. Bölgede Bursa’nın en büyük Dişbudak Ormanı da yer almaktadır.
Balık Çiftliği’nin faaliyete geçmesinden bir süre sonra çiftlik için kullanılacak ürünler ister istemez, baraj gölünü ve suyu kirleteceği için bu göletten sulanan alanın da bu kirlilikten etkilenmesi kaçınılmaz olacaktır.

9 Nisan 2011 Cumartesi

Oyum Öykü’ye


Türkiye değişiyor.
Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği (KA.DER), 12 Haziran 2011'de yapılacak milletvekili genel seçimlerinde daha çok kadının aday gösterilmesi, daha çok kadının milletvekili olabilmesi için bir kampanya başlattı.
KA.DER "275 KADIN" ve eşit temsil arıyor.
Öte yandan gençler epey zamandır partilerin listelerinde yer alabilmek için kulis faaliyetleri yürütmekteler.
AKP ve BDP’nin birer Ermeni yurttaşımızı aday gösterebileceği konuşuluyor.
Diğer partilerden bir şey duymadım ama Lokman Ayva’ya destek olacak biçimde AKP 3-4 engelli yurttaşı daha Meclis'e taşımaya uğraşıyor.
Toplumun değişik kesimlerinin Meclis'te temsiline ilişkin partiler için “küçük” ama Türkiye için “büyük” adımlar.
Şimdi yazıyı okuyanların "parti içi demokrasinin olmadığı, seçim barajının partileri bağımsız aydalar göstermeye ittiği bir ülkede sen ne diyorsun kardeşim?" diye sorabilir.
Yine de bu küçük adımlar önem taşıyor. Bu toplumsal kesimlerden, medya ve polisin ortaklığı ile adları sürekli olaylarla, ellerinde maket bıçaklarıyla çekilmiş görüntüleri ile aklımıza sokulan gayler, lezbiyenler, transseksüeller, biseksüeller, eşcinseller de mecliste temsil edilmek üzere adaylık başvuruları yapıyorlar.
Bursa'da kurulu ve kısa adı Gökkuşağı olan Travestileri, Transseksüelleri, Gayleri ve Lezbiyenleri Koruma, Yardımlaşma ve Kültürel Etkinlikleri Geliştirme Derneği Başkanı Öykü Özen, geçtiğimiz günlerde CHP İl merkezinde düzenlediği bir basın açıklamasıyla adaylığını resmileştirdi.
Adaylık açıklamasında: “Amacım, Türkiye’de ezilen, hor görülen, sesi duyulmayan her kesimin TBMM’de sesi kulağı olabilmek…Sokaklardaki tüm eşcinseller, genelevler kapatılınca sokaklara dökülen genel kadınlar, meyhanelerde, gece kulüplerinde çalışmak zorunda olan yüzlerce kadın, dul kadınların yaşadığı sorunlar, şiddet gören kadınlar, tacize uğrayan, ensest ilişki kurbanı olan çocuklar, ezilen, hor görülen roman vatandaşlar, cezaevlerinde yatan insanlar ve basın emekçilerinin sorunları öncelikli çalışmalarım olacak” demiş.
Geçmişte gazeteci, yazar taifesi, yazanlar, çizenler hiçbir biçimde oylarını açıklamazlardı, bu genelde ayıp sayılırdı.
Son dönemlerde bu durum değişti, neredeyse her seçimden önce birileri oylarını açık ederek tercihlerini belirtiyorlar.
Bilenler bilir. Cumhuriyet Halk Partisi üyesi, sempatizanı ya da militanı değilim. Bugüne dek hiç oy da vermedim. Ama şimdi herkesin gözünün önünde ben oyumu açıklamak istiyorum.
Ama bir şartım var.
Bazı CHP’liler Öykü’nün adaylık açıklaması için parti binasını kullanmak istemesine ses çıkarmasalar da, binanın boşaltıldığını yine basından öğrenmiştik.
Türkiye değişiyor.
CHP’de değiştiğini ileri sürüyor. Bir değişim varsa, değişim gerçekleşiyorsa, değişimin başladığı yer Öykü olsun. CHP Öykü'yü listeye koysun, üstelik seçilecek yerden olması da şart değil. Yeter ki listede olsun.
O zaman benim oyum ÖYKÜ’ye olacak… 

8 Nisan 2011 Cuma

Beni yak, herkesi yak, KOTİYAK…


Bursa kentinde her uyandığımız sabah yeni bir şey öğrenmekten öğrenme yorgunu haline geldik.
Bir sabah kalkıyoruz ve Büyükşehir Belediye Başkanı’nın Uluabat Gölü ile Marmara Denizi arasını genişleterek birleştireceğini, Uluabat Gölü’nü turizm merkezi yapacağını öğreniyoruz.
Başka bir sabah kalkıyoruz Devlet Bakanı Faruk Çelik’in aynı bölgede Disneyland yapma kararı verdiğini gazetelerden okuyoruz. Bursa Valisi Şahabettin Harput’un jeotermal kaynakları kullanarak Bursa’yı bir turizm kenti yapma planları olduğunu bir başka gün medyadan duyuyoruz.
Sonra Devlet Bakanı Faruk Çelik’in bir gün aniden İzmir’in artık hakkını kaybettiğine hükmettiğini, Bursa’nın ülkenin 3. Büyük kenti olacağını, nüfusunun 4 milyon kişi artacağını öğreniyor ve öğrenmekten yorgun düşüyoruz.
Bursa halkı bunları katiyen ve zinhar bilmiyor büyüklerimiz ne zaman söylerse o zaman hep birlikte öğreniyoruz.
Tıpkı bu haberler gibi Karacabey’de Orhaniye ve Taşpınar köyleri arasında kalan(aslına bakarsanız arazi İKİZCE köyünün) ve diğer TARIM ALANLARI olarak 1/100.000 ölçekli Bursa Çevre Düzeni Planı’nda sınıflandırılmış yaklaşık arazide bir Sanayi Sitesi kurulması için Bursa Valiliği ile TOKİ Başkanlığı ve S.S. 75.Yıl KOBİ Sanayicileri Toplu İşyerleri Yapı Kooperatifi (KOTİYAK) ile ortak bir protokol imzalandığını öğreniyoruz.
Gazetelerden yeni öğrendiğimiz bir şey Körfez ülkelerinin turizm şirketlerinin Bursa’ya çıkartma yapacağı bilgisidir.
TOKİ, konut üretme dışında işlere başlayalı epey bir zaman geçti. TOKİ’nin ürettiği yapılar ve bunların etkileri başka bir konunun yazısı olsun. Ancak KOTİYAK üzerine biraz eğilmekte yarar var. Aslına bakarsanız biz bu KOTİYAK’ı tanıyoruz. 2004 yılında şöyle yazmışız:
“Türkiye’nin en önemli sulak alanlarından biri olan, uluslararası öneme sahip sulak alanlar sözleşmesine (RAMSAR) göre korunan ve dünyada yaşayan göller listesi içerisinde yer alan ULUABAT GÖLÜ’ nün su toplama havzası içerisine, Karacabey 75. Yıl KOBİ Organize Sanayi Bölgesi kurulması kararlaştırılmış bulunmaktadır. Organize Sanayi Bölgesi olarak düşünülen alanın büyük bir bölümü Uluabat Gölü yüzey suyu toplama havzası içerisindedir. Alan, ayrıca “Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği” hükümlerince belirlenen, sulak alan tampon bölgesi (göl kıyısından en az 5 km) sınırları içerisinde kalmaktadır. 4000 dekarlık alan; Karacabey ilçesine ait Seyran, Subaşı ve Canbaz köylerinin mera arazileri iken maliye hazinesine dönüştürülmüş ve 49 milyar gibi çok düşük değere, Karacabey 75.Yıl KOBİ Kooperatifi’ne satılmıştır.”
O dönemde yukarıda da belirttiğimiz gibi Ramsar Alanı Tampon Sınırı 5.000 metreydi ve başvuru yapılan bölge sınır içinde kalıyordu.
Daha sonra yönetmelikte değişiklik yapılarak mesafe 2500 metreye indirildi. Ardından bölgedeki Deri ve Tekstil OSB’leri bu yönetmelik kararını takiben oluştu.
O bölgede başlayan sanayi lekesi giderek büyüyor. Şimdi TOKİ’nin de marifetiyle daha büyük olarak bu alanda bir sanayi bölgesi kurulmak isteniyor. Bölge köylüsü topraklarını kaybetmek istemiyor. Ama işin içinde TOKİ’nin olması bu durumu anlamsız kılıyor. Yani köylü istemese de devlet adına kamulaştırma yapılarak araziler zorla alınacak.
Konunu başka ve önemli bir boyutu ise İstanbul Metropoliten Planı ve bu planın İstanbul’u desantralize etme öngörüsü, bu öngörüye göre Güney Marmara’ya gelecek 4 milyon nüfus acaba Sayın Bakan’ın sözünü ettiği nüfus olmasın?
İstanbul’dan kirli sanayileri ile birlikte Güney Marmara’ya aktarılacak o nüfus bu nüfus olmasın?
Hem Gebze- Orhangazi-İzmir Otoyolu’nu (Gördüğünüz gibi bende Bursa’nın adını çıkarttım. Gerçi Bursa’nın adını çıkarınca yol buradan geçmekten vazgeçmiyor ama olsun önce adı çıksın sonra gözü çıkar belki) yapacak şirket yetkilileri de böyle demedi mi?
Bu otoyol ile bölgenize daha çok sanayi kuruluşu gelecek, daha çok fabrika yapılacak demediler mi?
Bursa kenti adına karar verme yetkisini kendisinde görenlerin, bölge halkına hiç sormadan, bilim insanları ile istişare etmeden, kentin meslek odaları ile tartışmadan kentin geleceğine dair kararlar vermeleri mutat hale geldi.
Ancak bunu yapanların kendi aralarında da anlaşmalarını beklemek çok şey beklemek anlamına mı geliyor bilemiyorum. Yani Bakan- Vali ve Büyükşehir Belediye Başkanı önce aralarında anlaşmalıdır.
Yani şimdi soruyorum, Bursa ne kenti olacak, nasıl bir kent olacak, gelecekte mesela 2023’te şimdi trend bu ya o nedenle soruyorum.
Yani 12 yıl sonra Bursa’da neler olacak hiç düşündünüz mü?
Yoksa Sezen Aksu’nun dediği gibi "beni yak herkesi yak kendini yak" şarkısındaki gibi kentimizi de mi yakıyoruz?