Elli yıla bir-iki yıl kalan şu ahir ömrümde kendimi hiç
batılı bir insan gibi hissetmedim.
Kişisel yaşamımda aldığım kararların hemen
tümünü aklımın sesini dinleyerek değil,
vicdanımın ve kalbimin yönlendirmesi ile aldım desem büyük bir hata yapmamış
olurum.
Çeşitli seyahatler nedeniyle dolaştığım batı kentlerinin son derece
kurallı, her şeyin nasıl ve ne zaman olacağının herkes tarafından bilindiği ve
makine düzeni içinde intizamla işleyen mekanizmaları beni hep rahatsız
etmiştir. Dıştan bakıldığında rasyonel ve batılı bir izlenim veriyor olmakla
birlikte, hep diken üstünde hissettiğim batı kentlerinden ülkeme ve/veya
sonrasında Anadolu’nun doğu bölgelerindeki kentlere gittiğimde kendi
topraklarımda olmaktan mı? Yoksa gerçekten batılı olmaktan ziyade doğulu bir
insan olmamdan mı? Bilemiyorum kendimi çok daha rahat hissederim.
Bir toplantı
nedeniyle İran’a ve üstelik kuzeydoğu İran’a gideceğim belli olduğunda, hem
daha önce görmediğim bölgeyi görmenin heyecanı hem de 1979’da Mollaların Şah
Rıza Pehlevi’yi bölgedeki sosyalist ve komünistlerin desteği ile devirip
ardından kendine yardım eden ne kadar solcu varsa kurşuna dizerek iktidarını pekiştirdiği,
32 yıldır devam eden rejimin ne durumda
olduğunu göreceğim için heyecanlı olduğum kadar yola çıkarken kendimi yabancı
hissetmeyeceğimi biliyordum. Toplantıya katılacak Fransız dostlarımızın
toplantının ertelenmesi veya başka bir yere alınması için oldukça büyük çaba
gösterdiklerini öğrendiğimde, o çekingen ve garantici batılı rasyonalizminin
harekete geçtiğini düşündüm. THY’nin tarifeli olarak haftada 2 gün karşılıklı
sefer yaptığı Türkmenistan sınırı ile Afganistan sınırı yakınında İran’ın
ikinci büyük kenti Meşhed’e indiğimde, pasaport kontrolünü geçip alelacele
havaalanı dışına çıkıp bir sigara tüttürmek için davrandığımda ateşimin
olmadığının farkına vardım. Etrafa bakınırken sanki alnımda kim olduğum
yazılıymış gibi “harı buradan alasan gardaş” sesi beni hem kendime getirdi hem
de gelirken hissettiklerimin doğruluğunu teyit etmiş olmanın tebessümünün
yüzüme yansıdığını fark ettim. Meşhed, Şii inancına göre Allahın 12
Aslanından(12 İmam) İran’da mezarı bulunan tek dinsel büyüğün kabrinin olduğu
bir kent. İmam Reza’nın kabri tüm Şiiler için çok önemli bir dinsel motif ve bu
nedenle nüfusu normal zamanlarda 2.500.000 civarında olan Meşhed kenti başta
Newroz (21 Mart ve aynı zamanda İran’da yeni yıl bu tarihte başlıyor) olmak
üzere yılda 20 milyon turisti ağırlıyor. Bu turistlerin büyük kısmı ise hacı
olmak üzere bölgeye gelen Şiiler. İmam Reza’nın kabrinin bulunduğu alan yüz bin
kişiyi aynı anda alabilen çok büyük bir meydana bakıyor ve aynı bölgede bir
müze ve bir etnografya salonu var. İmam Reza’nın kabri el işçiliği ile yapılmış
ve yerden tavana kadar aynalarla donatılmış durumda. İçine girildiğinde insana
büyük bir ferahlık duygusu veriyor. Ziyaret saatimizin namaz vaktine gelmiş
olması nedeniyle bize çok kalabalık gelse de kabri bize gezdiren Azeri
yoldaşımız çok sakin bir gün olduğu konusunda bizleri uyarıyor. Ne yazık ki bu
bölgeye fotoğraf makinası ve kamera sokmak yasak. Bu nedenle fotoğraf çekebilmek
mümkün olmadığı gibi, grubumuzun içinde
Hıristiyan dostlarımızın olması onların içeri alınmasını engelliyor. Yani İmam
Reza’yı görebilmek için Müslüman olma şartı var. Ziyaretçilerinin altından
yapılmış kabrine bir kerecik dokunabilmek ya da öpebilmek için gösterdikleri
gayreti görünce ne kadar önemli bir mekanda yer aldığınızı daha kolay
anlayabiliyorsunuz. Alanın diğer bir
kenarında 4 katlı büyük bir müze de var ve içeri girildiğinde insanı
şaşırtıyor. Şah Rıza Pehlevi resimli pullardan Ayetullah Humeyni filigranlı
paralara kadar çok sayıda örneğin sergilendiği klasik ama öğretici bir müze
gezmiş oluyorsunuz. İmam Reza’nın
kabrinin hemen girişinde 13. Yüzyıldan kalma bir hamamı restore ederek güzel
bir etnografya müzesi haline getirmişler ki hamamın iç tavanlarında 13 kat
olmak üzere bir çok fresk yer almakta. İran toplumunun geçmişine bakmak
açısından oldukça aydınlatıcı örnekler var. Aynı zamanda büyük şair Firdevsi’nin de anı
mezarı Meşhed kentinin çok yakınında(Tus Kasabası) yer almakta ve bu kentte
bulunan üniversiteye de adını vermiş durumda. Firdevsi’nin anı mezarı da en çok
ziyaret edilen bölgeler arasında. 60.000 beyitten oluşan tek eseri Şehname’yi(Şahların
Kitabı) 30 yılda yazıp Gazneli Mahmut'a sunan Firdevsi’nin bağlanan aylığı az
bulduğu için sultanı ağır biçimde hicvedip, Gazne'den göçmek zorunda kaldığı çeşitli
ülkeleri dolaştıktan sonra doğduğu Tus kasabasında öldüğü biliniyor. Tarih
öncesi zamanlardan başlayıp Sasani İmparatorluğu sonuna dek tüm eski İranlı
krallarının menkıbelerinin ele alındığı Şehname’nin ana tema Zabulistan prensi
efsanevi kahramanı (Rostam) Rüstem’in hikayesidir. Simurg veya diğer ismiyle Zümrüdü Anka
efsanevi bir kuştur. Diğer isimleri Sênmurw (Pehlevi) ve Sîna-Mrû (Pâzand) olan Simurg, Pers mitolojisi kaynaklı olsa
da zamanla diğer Doğu mitoloji ve efsanelerinde
yer edinmiştir. Şehname'de Kral
Sam'ın oğlu Prens Zal albino olarak doğar. Kral, oğlunu görünce, çocuğun
şeytanların tohumu olduğunu düşünüp onu
bir dağa terk eder, çocuğun ağlayışlarını duyan yumuşak kalpli Simurg
çocuğu alıp büyütür. Zal her türlü bilgiye sahip Simurg'dan hikmet almış birçok
şey öğrenmiştir. Yine de büyüyüp bir yetişkin olduğu zaman insanların dünyasına
girmek ister. Simurg, ona bir tane altın tüy verip gitmesine izin verir. Eğer
Zal, Simurg'un yardımına ihtiyaç duyarsa bu tüyü yakacaktır. Krallığına
döndüğünde Zal güzel Rudabah'a aşık olur ve onunla evlenir. Zal karısının doğum
sırasında öleceğini fark eder ve eşi ölmek üzereyken Simurg'u çağırmaya karar
verir. Ortaya çıkan Simurg, Zal'ın bir tür sezaryen benzeri yöntem uygulamasını
sağlar ve Rudabah ile çocuğun hayatını kurtarır. Bu çocuk daha sonra en ünlü ve
büyük Pers kahramanlarından biri olacak, ülkemizde bilinen adıyla Zaloğlu Rüstem’dir. Firdevsi’nin anı mezarını bize dolaştıran
mihmandarımız, oldukça güzel yapılmış rölyeflerin önünde Şehname’nin epik bir
eser olduğunu, çeşitli mitleri barındırdığını ancak tüm bunlara karşın İran
halkının gerçeklerini anlattığını üstüne basa basa ifade etti. Gerçektende
sürekli gelen öğrenciler ve ziyaretçilerle Firdevsi’nin İran için sadece önemli
bir şair olmadığını aynı zamanda çok değer verdikleri bir motif olduğunu
hissetmek mümkün oluyor.
Sokaklarında dolaşıldığında İran’daki Molla Rejiminin
kendisini ne denli tahkim ettiğini görmek zor değil. Rejimin tahkimatını
telefon görüşmelerinde ve internet üzerinden haberleşmede daha net anlamak
mümkün. Sizi kim ararsa arasın ancak farklı bir numara üzerinden görüşme
yapabiliyorsunuz. Telefonunuzda kayıtlı olan biri bile aramış olsa ekranda
yerel bir numara görünüyor. İnternet bağlantısı ise sürekli ve düzenli olmadığı
gibi en sık kullanılan arama motorları bile kısa bir süre sonra www.vatanmail.ir adresine yönlendiriliyor. Ancak ilginç olan sokaklardaki kadın sayısı
sanırım. İran nüfusunun %49’unu oluşturan kadınlar en azından Meşhed
sokaklarının %70’ini oluşturuyorlar. Başları örtülü, büyük kısmı siyah
feracelerle örtünmüş ve yüzleri açık İran’lı kadınlar sokakları istila etmiş
durumda. O sürmeli gözleri ile insanın gözünün içine baka baka geçiyorlar ve
her daim sokaklardalar gecenin 12’sinde bile sokaklardaki kadın sayısı çok
fazla. Tabi alkolün zinhar olmadığı
İran’da tütün bulabilmek de oldukça zor bir iş. Eğlence mekanlarına hiç
rastlamadım ancak Coca-Cola, Pepsi, Fanta, KFC gibi ABD menşeli ürünler her
tarafta satılıyor. İran’ın resmi para birimi Riyal, hiçbir mağazada Riyal ile
alışveriş yapmak mümkün değil. Riyal’den 10 kat daha değerli olan Toman diye bir
para birimi var. Bu adla basılmış hiçbir para olmamasına karşın tüm fiyatlar
Toman ile ifade diliyor ve örneğin siz mağazaya 10.000 Riyal veriyorsunuz ve
1.000 Toman olarak size söylenmiş bir ürünün bedelini ödüyorsunuz. 1.000 Toman ise 1 ABD Doları değerinde.
Siyasal olarak ABD karşıtlığı üzerine politika üreterek varlığını sürdürüyormuş
izlenimi veren İran’da böyle bir durum olduğu söylense belki inandırıcı
olunmazdı. Ama yoğun bir ABD malları kullanımı olduğunu da gözledim.
Öte yandan Saddam Hüseyin’in 1980’de ABD’nin etkisiyle İran’a
saldırması ile başlayan ve İran’ın bir milyona yakın insanını kaybettiği
savaşın izlerini görmek de mümkün oluyor. Hala cadde ve sokaklarda Ayetullah
Humeyni ve Ayetullah Ali Hameney’in fotoğraflarının yanında savaşta ölen
İranlıların fotoğrafları yer almakta.
İran’da kaldığımız süre boyunca resmi bir toplantının parçası
olmamız nedeniyle fırsat yaratabildiğimiz tüm zamanları sokakta geçirmeye
çalışarak dolaştık, hiç sebze yiyemedik. Lokantalarda da otelde de rastlamak mümkün
olmadı ama her daim kırmızı ete ulaşmak olanaklı. İnce ve uzun yapısı ile bir
tür basmati olan İran pirincinden yapılmış pilav(çilav) her yemeğin yanında ve
ortalama 3 kişinin yiyebileceği porsiyonlarda tereyağı ayrı biçimde servis ediliyor. Yanına
ise isterseniz shashlık(şiş), bahtiyari vb. adlarla gelen kırmızı etten
ızgaralar ya da bizim tandıra benzer çok lezzetli etleri, bölgede yetişen ve
her yerde satılıp her şeyin içine eklenen safran ile yapılmış başka çilav
türleri de mevcut. Etnografya müzesinde en küçüğünden devasa büyüklükte
olanlarına dek çok sayıda ve çeşitte semaver görmüş olmamıza karşın Meşhed’te
çayevine de rastlamadık. Otelde ise bizleri Early Grey sallama çaylar karşıladı
her defasında.
İran’ın Ostan adı verilen 30 idari bölümden oluştuğunu
belirtmek gerek. Razavi Horasan
Ostanı’nın merkezi olan Meşhed, tarih boyunca ipek yolu ve baharat yolu gibi
kervan yollarının üzerinde bulunduğu için her zaman önemli bir konumda
bulunmuştur. Ancak İmam Reza çarşısında yer alan baharatçılara bakıldığında
bırakalım İstanbul’daki Mısır Çarşısını, Bursa’nın baharatçılar çarşısındaki
kadar bir baharat çeşitliliği olmadığını söylemek mümkündür.
Yaklaşık 1 hafta süren bir ve üstelik büyük bölümü otelde
toplantıda geçen bir zaman içinde İran gibi bir ülke hakkında fikir sahibi
olmak ya da söz söylemek oldukça güç bir iş. Meşhed ve bulunduğu bölge
Türkiye’nin etkisinin en az olduğu bölgelerden birisi buna karşın genel olarak
Türklere karşı diğerlerine gösterilenlerden daha büyük bir muhabbet ve sevgi
duyulduğuna yakından tanık olduk.
Dönüş vakti yaklaşmıştı ve Türkiye’den kötü haberler
alıyorduk. Mart kapıdan baktırır, kazmayı küreği yaktırır kabilinden Ankara’da
60 santim kar olduğunu ve okulların 1 gün tatil edildiği haberini alıp, buna
Bursa’da da yoğun kar yağışı bilgisini ekliyor ve gideceğimiz gece İstanbul’da
da kar beklendiğini duyuyorduk. Türkiye üzerinden ülkesine dönecek olanlar da
dahil olmak üzere yaklaşık 50 kişiden oluşan ve aynı uçakla dönecek olan
delegasyonu salimen ülkeye dönme telaşı sarmıştı. Sabaha karşı 03.30’da
kalkacak uçağımıza gitmek üzere 01.00’de otelden ayrıldığımızda delegasyonun
tümünün gözlerinden bu durumu görmek mümkündü. Meşhed Uluslararası
Havaalanı’nın kapısından girip ip gibi bir kuyrukla tek güvenlik kapısından geçip,
THY’nin güler yüzlü olduğu kadar yardımcı çalışanının yardımı ile beklemeksizin
biniş kartlarımızı alıp, Azeri kökenli olduğu için sohbet etmeye çalışan pasaport
polisini kolaylıkla geçtiğimizde 2 saatten daha uzun bir zaman olan uçak
kalkışına kadar gidiş terminalinde bir kafeteryada kahvemizi içip zaman
geçirmeyi planlıyorduk. Ancak gördük ki yılda 20 milyon turistin geldiği
söylenen bu kentin uluslararası havaalanında değil bir kafeterya, su içecek bir
ünite dahi yoktu. Eğer uçağımız rötar yaparsa ya da kardan dolayı bir gecikme
olmuşsa ne yaparız burada açlıktan ölmekte var diye şakalaşırken tam zamanında
inen uçağımızın yumuşak koltuğunda henüz pilot hoş geldiniz demeden uykuya
dalmışım.
Uyandığımda İstanbul’a inmek üzereydik ve sanki hiç ülkeden
ayrılmamışım gibi bir hisle dönmüş oldum. Dedim ya batılı değil doğulu gibi
olmak benim için daha ehven bu nedenle İran’da kendimi tüm rejim defolarına
rağmen kötü hissetmedim. Sanki bin yıldır İran’da yaşıyormuşum gibi tanıdık ve
bildik bir yerde olduğum kanaatiyle valizimi alarak Bursa’ya yani kentime dönüş
yolunu tuttum. 16.03.2011, Bursa