28 Aralık 2012 Cuma

İDO’DAN KAÇARKEN BAŞIMIZA BUDO MU GELECEKTİ????



Sayın Altepe’ye ilk kez ve bir umutla destek vermiş olduğumu biliyorum. Ayrıca biliyorum ki  “kamu/yurttaşa hizmet” yerine “şirket devlet/ müşteri yurttaş” haline çoktaaaannn geldi.
Yine de aşağıda yazdıklarım bir dilek ve temenniden ibaret kalmasın isterim. “Uzun zamandır yapmamıştım ama Sayın Altepe’yi bu yaklaşımından dolayı kutluyorum. Bursa Büyükşehir Belediyesi en kısa sürede bu İDO belasına karşı bir adım atmalıdır. Zaten atacağını da beyan etmiş durumdadır. Ancak burada bir tane şerhim olacak. Eğer Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından oluşturulacak olan yeni yapı da tıpkı İDO gibi özel ya da özelleştirilmiş bir yapı olursa durum değişmez. Aynı bela yine başımıza çorap söküğü gibi geçmiş olur. Bu iş ancak Belediye eliyle yürürse ve uygun maliyetlerle ve doğru bir planlama ile çalışılırsa çözüme ulaşır ve çok güzel bir şey olur. Bu adım gerçekleşirse iki temel sonuç alınabilir.”
Zaten temenni düzeyinde değil, talep düzeyinde yazmış olmam bu nedenledir. Kamu yani devlet önce kendi halkını düşünür. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın V bendi yerleşme ve seyahat hürriyetini tanımlar ve 23. maddesinde “Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir. Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak; Seyahat hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek; AMAÇLARIYLA KANUNLA SINIRLANABİLİR.” Demektedir. Öte yandan Anayasanın E bendinde devletleştirme ve özelleştirme başlığı altında 47. Madde de “kamu hizmeti niteliği taşıyan özel teşebbüsler, kamu yararının zorunlu kıldığı hallerde devletleştirilebilir.” Hükmü vardır.
Dolayısı ile zaten yapılan Anayasa’ya göre suç işleme niteliği taşımaktadır. Tabi ki Anayasayı dikkate alıyorsan.

Evet cadde ve sokaklardaki kamusal alanları OTOPARK, KAFETERYA, RESTAURANT vb. olarak kim olursa olsun satıyorsan, Evliya Çelebi’nin Şehr-i Bursa sudan ibarettir dediği bir kentte satılan su kaynakları yüzünden plastik şişelerden su içmek zorunda bırakılıyorsan, Emek hattını bedavaya getirmek için Özlüce, Altınşehir, Ertuğrul ve Yüzüncüyıl mahallelerini perişan edip, ulaşım fiyatlarını da yükseltiyorsan, 2B arazilerini, devlet hastanelerini satmaya hazırlanıyorsan, Uludağ’daki kamu arazilerini birilerine DAVOS olacak diye peşkeş çekme derdine düşmüşsen, her şeyi yapman mümkündür. Yine de bütün bunları görüp hala SAF kalıyorsan, işte o zaman BUDO doğru dürüst çalışabilir.

21 Aralık 2012 Cuma

Asıl kıyamet Van’da kopuyor olmasın?


“Kürtaj olmasın, devlet bakar.”
“Ceninin de yaşama hakkı var!”
“Doğumu yapsın, kadını koruma altına alırız. Çocuğu istemezse de devlet bakar.”
İYİ DE SANANE YAHU… KORUMA DEĞİL KOLLAMA DEĞİL DÜPEDÜZ DEVLET TACİZİ..
Geçtiğimiz günlerde de yazmıştım. Bu işlerin hepsi niye VAN’da oluyor. İlginç değil mi?
İnsan acaba yine aynı Vali Yardımcısı mı demeden edemiyor??
Van’da AMCASININ tecavüzü sonucu hamile kalan 23 yaşındaki genç kadın ailesi tarafından öldürülmemek için ve şikâyetçi olamadığı için kürtaj hakkı tanınmamış. 12 Haftalık hamile olduğu öğrenilen kadının tecavüz sonucu oluşan hamileliklerin 20 haftaya kadar kürtajla sonlandırılabilmesi için şikayette bulunması gerekiyormuş….
Van Valiliği “Ceninin de yaşama hakkı var!” diyormuş….
Türk Ceza Kanunu’nun 99/6 maddesine göre kadını mağdur eden bir gebeliğin 20 haftaya kadar uzman hekimler tarafından sonlandırılabileceği hükmü yürürlükte ama Van’da değil. Van’da hekimler savcılık izni olmadan kürtaj yapamaz hale gelmişler anlaşılan.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Van Valiliği “Doğumu yapsın, kadını koruma altına alırız. Çocuğu istemezse de devlet bakar”, diyormuş…
“Hayır, doğum yapılsın, çocuğu yurda veririz, kendisini de korumaya alalım, muayenelerini ücretsiz sağlayalım. Eğer kadının korunmasını istemiyorsanız tutanak tutalım, imza atın” da demişler.
Ancak genç kadının avukatı, 6284 sayılı “Kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun” gereği tecavüz mağduru kadının korunması ve öldürülme ihtimalinin ortadan kaldırılması için Van Aile Mahkemesi'ne kürtaj kararı verilmesi talebiyle başvuruda bulunmuş ve tabi ki mahkeme  “adli makamlara tecavüze uğradığını bildirsin” şartı koşarak talebi reddetmiş.
Tecavüze uğrayan kadın önce bir doğursun, devlet bakar” dediğinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti tecavüze uğrayan kadınların cezalandırıp tecavüzcüleri korumuş olmuyor mu?
Başbakan:“Bekâr olan gençlere sesleniyorum. Gençler evleneceksiniz. 1071'de Selçuklu ne durumda ise Türkiye de 2071'de dünyada aynı güçte olacak. Belki biz göremeyeceğiz, gençler sizlere sesleniyorum, evleneceksiniz, İnşallah 1071'in neslini siz yetiştireceksiniz. Türkiye'yi ilk 10'un içinde farklı bir yere yerleştireceksiniz. 4+4+4 ile yeni bir dönem başladı. Siz birilerinin televizyonlarda dediklerine bakmayın. Onların derdi yok. Biz dertliyiz dertli”, dememiş miydi?
Şimdi Başbakan bu ülkenin başbakanı değil mi? Ve görevleri arasında yurttaşlarını korumak için gerekli önlemler almak yok mu? Başbakan gençlere böyle seslenmek yerine kabinesindeki tek kadın bakana  ne diyor  acaba????????
Mevcut yasalarla bu işleri yürütmek yerine yeni yasal düzenlemeler yaparak kadınları koru demiyor sanırım.
Demeyince de işte ASIL KIYAMET VAN’DA KOPUYOR….

14 Aralık 2012 Cuma

Ey Başköy halkı, ambalajlı su neden içmiyorsun ki?

Orhaneli ilçesine bağlı Başköy'de mermer ocakları nedeniyle sularının kirlendiğini iddia eden köylüler, eylemler yaparak mermer ocağının faaliyetini durdurmak istemişti.
Bir yıla yakın süredir çeşmelerinden çamur aktığını belirten köylüler ellerindeki kirli sularla soluğu hem AKP hem de Valilik önünde almışlardı. DSİ Genel Müdürlüğü'nün yaptığı incelemelerde eksikleri olduğu gerekçesiyle faaliyeti durdurulan Orhaneli ilçesine bağlı Başköy’deki mermer ocağı ise tekrar çalışmaya başlamıştı.
Orhaneli’ne bağlı Başköy’de çevreye zarar veren mermer ocağının faaliyetinin durdurulmasının ardından işletmeci eksiklerini gidermişmiş...
Mermer ocağının tekrar faaliyete başladığını kaydeden Vali Şahabettin Harput da  “DSİ Genel Müdürlüğü tarafından yapılan inceleme ile işletmecinin eksikliklerini giderdiği, yeniden faaliyete başlamasında bir sakıncası olmadığı ile ilgili bize rapor geldi demişti.
Sonrasında Bursa Valiliği, kanunun kendisine verdiği yetkiyi kullanarak Başköy’ün Sugözü Mevkii’ni ‘Koruma Alanı’ ilan etme kararı almıştı. Bu kararla, bundan böyle Ankara’dan su havzası civarına yeni mermer ocağı ruhsatı almanın da önü kesilmiş oldu diye konu gazetelerde de yer almıştı.
Ancak mermer ocağı hala çalışma faaliyetine son vermezken, Bursa İl Özel İdaresi’nin kararına rağmen tepki çeken ocakta mermerlerin kesilirken çıkardığı tozlarla aynı zamanda çiçekler de kirlenmeye devam ediyor hala...
120 haneli köyün kullanma suyu ihtiyacı Orhaneli’den getirilen tankerlerle karşılanıyor. 120 litrelik su tankını 3 saatte dolduran gençler, doldurdukları su tankını traktörle köy meydanına getiriyor. Traktör gelmeden 10 dakika önce bir köylü dağın tepesine çıkarak hoparlörden köye su geleceğini söyleyerek, köy sakinleri meydanda toplansın diye çağrı yapıyor.
Köylüler, Suyu sadece kullanma suyu olarak değil aynı zamanda geçim kaynağı olarak da kullanıyor ve hayvancılığın yanında sera çiçekçiliği de yapıp bu çiçekleri Hollanda’ya gönderiyor. Sanırım artık Hollanda bu çiçekleri almayacak. Konu ile ilgili olarak 27 Aralıktaki duruşmada neler olacağını beraberce göreceğiz.
Aslına bakılırsa bir öneride bulunmanın tam da sırası diye düşünüyorum.
Daha önce yazmıştım ve TMMOB Bursa İKK, BAOB bileşenleri, Bursa Su Platformu ve Nilüfer Çayı Temiz Aksın Platformu olarak bir basın açıklaması yapılmıştı.
Büyükşehir Belediyesi suyu paketleyip satacakmış ya….
İşte Sayın Altepe şimdi başlangıç olarak bir iyilik yapsın ve aynı zamanda da tanıtım tabii… Fırsat bu fırsat köylülere su satsın değil mi hem vatandaş temiz su da içer.
Hem zaten hükümet bütün şehir diye bir şey üzerinde de çalışmıyor mu? Yakında zaten Bursa Büyükşehir Belediyesi Bursa kentinin tümünün sorumlusu olacak ve su yol vb. ondan sorulacak.. Hazırlık olur değil mi?

13 Aralık 2012 Perşembe

Biz ne dileyelim…


TBMM’de giderek yaygınlaşan kadınlara yönelik sözlü şiddet son olarak Başbakan Yardımcısı’nın dilinden çıktı.
Sayın Arınç birçok şeyden rahatsız olmazken kendisine yöneltilen bir soru üzerine konuşmuş…. Bülent Arınç VAJİNA kelimesinden rahatsızlık ve utanç duyuyormuş....           
Kİ ben de televizyonlardaki evlilik programlarını sevmiyor ve izlemiyorum. Sayın Arınç sen de izleme o zaman…
Sayın Arınç bunlardan rahatsız olurken, rahatsız olmadığı ve de ilginç ama duymadığı demeyelim duymazdan geldiği;
  • Adıyaman’dan gelen bir haber, 17 yaşındaki H.I.’nın eşiyle tartıştıktan sonra gittiği aile evinde kendini asarak yaşamına son verdiğini bildiriyordu.
  • Geçtiğimiz aylarda Antep’te yasa dışı evlilikle bir araya geldiği 17 yaşındaki B.K.’yi bıçaklayarak öldüren Feridun K.’nin yakalandığı haberi gelmişti.
  • Yine bir haberde Samsun’da otomobil çarptı diye hastaneye götürülen 14 yaşındaki S.D., taburcu olduktan sonra trafik kazası geçirmediğini, onu ağır yaralı hale getirenin eşinin dayağı olduğunu anlatmıştı.
  • Zonguldak'ta, kendisinden kaçarak mahalle bakkalına sığınan eşini yumruklayıp, saçından tutarak yerde sürükleyen kocayı ve yanına sığınan kadını döven kocaya müdahale etmeyip, yerinden kalkmayan ve televizyon izleyen işyeri sahibini hepimiz gördük.     
  • Ve de en son olarak Van Valisi kendisinden yardım istemeye gelen Gülşah Aktürk ‘e “ölüm haktır” demedi mi? O “yardım edin” dediğinde Vali Yardımcısı, “biber gazı taşı” , “önlem alın” dediğinde “olmadı ölürsün” demedi mi? Tabi ki Gülşah öğretmen sonunda öldü…
  • Türkiye İstatistik Kurumu'nun(TÜİK) 81 ilde yaptığı araştırmaya göre 2008-2011 yılları arasında kaybolan çocuk sayısı 27 bini geçti. Kayıp çocukların 16.289'u kız çocuğu. Son 4 yılda kaçanların sayısı 3.227 iken, bunların 1.620'sini kız çocukları oluşturuyor.
Bu olaylar ne olacak? Sene boyunca hemen her gün bunlar gibi haberleri gazetelerde okuduk, televizyonlarda seyrettik.
Sayın Arınç VAJİNA’dan rahatsız olmak yerine;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın;
Başlangıç bölümünde “Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;”
 MADDE 5- “...demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
MADDE 10- “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.”
MADDE 17- “...Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.”
MADDE 40- “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.”
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası bunları söylüyor.
Kendisinin yasayla tanımlanmış görevlerini hatırlasa iyi olur. Kürsüden bunları söylemek yerine Gülşah’ı öldüren -evet öldüren- Vali Yardımcısına iki laf etseydi ya…
Kur’an ise inançlı Sayın Arınç’a
3:61 -     “Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki: "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da lanetleşelim; Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim" der.
Biz ne dileyelim….

10 Aralık 2012 Pazartesi

Yeniden ve yine Bursa’nın suyu


Gazeteler, Bursa Büyükşehir Belediye’sinin su satmak üzere hazırlık yaptığını duyurdu. Bursa Büyükşehir Belediyesi artık suyu paketleyip satacakmış.
Ne demeli ki!..
BUSKİ ambalajlı su yatırımını 2013 yılı bütçesine dâhil etmiş ve Kaplıkaya’da belediyeye ait 11,6 dekarlık alanda 5 bin 800 metrekare üzerine kurulacak fabrika saniyede 10 litre suyu ambalajlayacakmış.
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe Uludağ’ın su şebekesine verilen, mineralli kaynak sularını cam ve plastik ambalajlarda vatandaşların sofralarına getireceklerini söylemiş.  YAHU ÇEŞMEDEN SOFRAYA GELMİYOR MU ZATEN niye PAKETLİYORSUN
Ayrıca Sayın Altepe,  bu iş için isim de düşünmüş ve adının da Hüdavendigar ya da Muradiye  olması konusundaki tartışmada sonuçlanmış ve adı HÜDAVENDİGAR SU olacakmış….
Yıllardır bu kentin su kaynaklarının talan edilmesi, mevcut su kaynaklarının sürekli ve giderek yoğunlaşan bir biçimde çeşitli şirketlere pazarlanması konularını sürekli gündeme taşıyanlar oldu. Bu kişilerden birisi de benim. 
Bursa’nın su kaynağı Uludağ’ın kendisidir. Daha doğru bir ifade ile Bursa kenti ve ovasının bu kadar verimli olması, Uludağ’a ve ondan doğan su kaynaklarına bağlıdır. Bursa suyunu temel olarak Doğancı Barajı’ndan sağlar.
Ayrıca pınar kaynaklı sular ve yeraltı suları da kısmi de olsa bir paya sahiptir. Bursa’nın suyunun hemen tamamı Uludağ kaynaklı olup, kentteki halkın kullanım suyundan, tarımsal amaçlı sulamaya, endüstriyel kullanıma dek tüm alanlarda Uludağ kaynaklı sular kullanılmaktadır. Su kaynaklarımızın bolluğuna karşın Bursa kenti büyük şehirler içinde suyu en pahalı içen kent durumundadır. 
Şimdi Sayın Altepe Bursa’nın suyunu ambalajlayarak satmak istiyor. Önce belki de bir kaç soru sormak gerek:
  1. Şimdiye kadar ambalajlı su satma izni verilen işletmeler BUSKİ tarafından ne kadar kontrol ediliyor ve bu kontrollerin sonuçları nelerdir?
  2. BUSKİ’nin görevleri arasında YURTTAŞA sağlıklı su sunmak yok mudur?
  3. BUSKİ kent içinde kaç noktada su analizleri yapmaktadır. Bursa’nın içme suyu temiz midir?
  4. BUSKİ Bursa kentinde su fiyatlarını düşürmek için ne tür çalışmalar yapmaktadır?
Bursa’ya su sağlayan Nilüfer Çayı zehir akmakta iken ve Büyükşehir Belediyesi bu sorunu çözmek zorunda iken neden gözünü Bursa’nın suyunu ambalajlamaya dikmiştir?
Sayın Altepe siz Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı’sınız değil mi? Ve görevleriniz arasında Bursa halkına bence bedelsiz ya da ucuz su verelim görevi yok mudur? Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven halkına bedelsiz su dağıttığı için başkanlıktan düşürüldü.  Yoksa siz de böyle yaparsanız Belediye Başkanlığından düşürülmekten mi çekinmektesiniz.
Tüm algıları ve anlayışları TİCARET olanlar için Evliya Çelebi’nin  “Şehr-i Bursa sudan ibaret” sözü sadece bir söz müdür? 
Yoksa Çelebi yıllarca öncesinden suyu satın ve pazarlayın mı demiştir? 

25 Kasım 2012 Pazar

Cübbeliyim, Cübbelisin, Cübbeli, Cübbeliyiz, Cübbelisin, Cübbeliler


Hiçbir işim olmadığı halde tembelliğimden olsa gerek geçen hafta sonu gazetelerine ancak bakabildim. Hemen tüm yerel gazetelerde Devletin Bakanı Faruk Çelik ve Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’nin  bir elinde kepçe diğer elinde plastik bir kase aşure dağıttığı haberleri  yer almaktaydı. Tasvip etmesem de siyasiler bu tür davranışlarda hep bulunuyor, dağıttıkları ramazan yemeği ya da aşurenin kendilerine oy getireceklerini düşünüyorlar, belki de getiriyordur.

Ancak bu haberdeki esas oğlan ne Devletin Bakanı ne de Büyükşehir Belediye Başkanı. Esas oğlan bir sohbet için Bursa'ya geldiği ifade edilen  Cübbeli Ahmet Hoca. Haberin detaylarına bakınca Bursa Festivali’nde dünyaca ünlü sanatçıları, senfoni orkestralarını bekleten siyasilerimizin, Cübbeli hocayı dinleyebilmek için erkenden sohbetin yapılacağı derneğe geldiğini öğreniyoruz. Demek ki Cübbeli Hoca sanatçılardan daha önemli bir adam ve haberin de olayın da esas oğlanı. Cübbeli Ahmet Hoca'nın sohbetini dinleyen Devletin Bakanı, daha sonra dernek merkezinin önünde kurulan aşure standına geçip başta Cübbeli Hoca olmak üzere herkese aşure dağıtmış.
Hatırlarsınız, haşeması ile malta sahillerinde  jet skiyle,  alp dağlarında teleferikle cüretkar pozlar veren tespihli bu amca, Fatih Altaylı’nın sunduğu ve Murat Bardakçı’nın yandan tecavüz ettiği Teke Tek adlı programın kadrolu imamı haline dönüşen 17 Ağustos 1999 Körfez Depremi için “depremde bütün fuhuş yuvalarının kötü pis namussuz evlerin yıkıldığını” söyleyen ama Kocaeli’ndeki kendi dergahı da yıkılan mümtaz kişidir. Aynı depremde yitirilmiş bebekler için, büyüyüp de münafık- kafir olacaklardı, öldükleri iyi olmuştur a benzer cümleler üretebilen önemli bir kişidir ki Devletin Bakanı ve Büyükşehir Belediye Başkanı bu zatın konuşması için herkesten önce İvazpaşa’da yerlerini almışlardır.
Gerçi Cübbeli Hoca konuşmadık demiş ama ben merak ettim. Acaba Recep Altepe, Cübbeli Hoca’ya Bursa’da hiç tramvay olmadı, ben şimdi trafiğe getireceği yükü hesaplamadan, sonuçlarını öngörmeden tıpkı Uluabat Gölü’nü Marmara ile buluşturma projem gibi Cumhuriyet Caddesi’nde tramvay çalıştıracağım adını da herkesi kandırmak için nostaljik tramvay koydum caiz midir? diye sormuş mudur? Meydancık Köprüsü, Namazgah, Mollaarap, İpekçilik, Maksem’den gelen tüm trafik yükünü taşıyor. Bu yükü ortadan kaldırmak için dua etsem yeter mi hoca efendi ya da sen bu konuda bir konferans versen Bursa halkı seni dinleyip başka yoldan evine gider mi ? demiş midir? Nostaljik isimli tramvay İnönü Caddesi gibi Bursa trafiğinin en önemli arterlerinden birini keserek geçecek, ben o bölgede yolları kapatıp bölgeyi yayalara açacağım diyorum. Üstelik birileri benim politikalarımı insan merkezli görmüyor, oysa tam da yayalara öncelik veriyorum. İnönü Caddesinden akan trafiği senin inayetinle uçurmak mümkün müdür? Sorusunu sormuş mudur? 
Laf değil iş üretmek için uykuyu kendisine yasakladığını belirten Devletin bakanı çevre yolunu, şehir içi geçişlerini kimse konuşmuyor demiş. Acaba o sormuş mudur? Yaptıkları batçıklar nedeniyle giderek artan trafik akış hızı yüzünden 15 yaşında yaşama gözlerini yuman gencecik 2 kızımızın günahı kimin boynunadır diye? Su demişken Devletin Sayın Bakanı büyükşehirler arasında en pahalı suyu Bursa Halkının içtiğini bilmekte ve Cübbeli Hoca’ya hocam aman bu günahın vebalini kim çekecek demiş midir?

Hasılı kelam bu soruları uzatmak mümkün. Cübbeli Hoca şehre gelir ve iklim değişir, Devletin Bakanı ve kentin Şehremini el pençe divan hocanın ardına dizilir. İklim değişir, Bursa olur, Gülümse…

19 Kasım 2012 Pazartesi

Böylesi de var…????


Uruguay; Doğu Cumhuriyeti Güney Amerika’nın Güneydoğu bölgesinde yer alan ülkede 3.500.000 civarında insan yaşıyor.
Yani Bursa kadar ve bu insanların yaklaşık yarısı, ülkenin başkenti ve en büyük kenti olan Montevideo'da yaşıyor. Uruguay,  Surinam’dan sonra Güney Amerika’nın en küçük ülkesi durumunda. Bu ülkenin Devlet Başkanı José Alberto Mujica Cordanove dünyanın 'en yoksul' devlet başkanı…

Eski püskü bir çiftlikte yaşıyor.  Devletten aldığı maaşın büyük bölümü -ki bu yaklaşık 12.000 dolarmış- ülkesi için bağışlıyor. Çamaşırlarını evin dışındaki bahçede kuruttuğu, suyu ise bir kuyudan aldığı biliniyor.
 Güvenliği sadece iki polis memuru ve üç bacaklı Manüele adlı köpek sağlıyormuş.. Evine toprak bir yoldan ulaşılabilen çiftlik evinde kalmayı tercih etmiş.. Başkan ve karısı, birlikte tarlada çalışıyor, çiçek yetiştiriyorlarmış. 1987 model bir de Volkswagen’i varmış. Mujica aynı zamanda bir vejetaryen, 77 yaşında ve daha uzun süre yaşayacağa benziyor. 
2009 yılında Devlet Başkanı seçilen Mujica, 1960 ve 1970’li yıllarını, Uruguay’ın Küba devriminin etkisi altındaki gerilla grubu Tupamaros’un saflarında yer alarak geçirmiş. Altı kez vurulmuş ve 14 yılını cezaevlerinde geçirmiş. Ayrıca 2014 de bir daha seçilmeden emekli de olacak.
Bu tür şeyler yalnızca Günay Amerika’da mı oluyor. Hayır, bir örnek de ülkemizde var. Balıkesir İli Susurluk ilçesi Belediye Başkanı Tahsin BOZOĞLU’da benzer bir tablo çiziyor aslında….

Susurluk yaklaşık 25.000 nüfuslu bir ilçe, Susurluk Belediyesine girdiğinizde tüm belediyenin açık ofis sisteminde olduğunu ve başkanın odasının kapılarının olmadığını ilk bakışta görebiliyorsunuz.  
Tahsin Bozoğlu’nun makam arabası yok, sekreteri yok, cep telefonu yok. Bu arada başkan kendisi için tahsis edilen Özel Kalem bütçesini kullanmıyor. Zaten gerek de yok başkan öyle diyor. Bu tutar ile neler mi yapıyor? Engellilere fiş karşılığı hizmet sağlıyor. 300’e yakın gündelikçi yevmiye ile işçi çalıştırıyor.  Her gün sabah 7’de kalkıp tüm ilçeyi yürüyor ve esnafla, halkla görüşüyor, onlara hayırlı işler ve günaydınlar diyor.
Susurluk Belediyesi’nin ise taşeron çalışanı olmadığı gibi Susurluk’taki belediyeye ait tüm işletmeleri Susurluk Belediyesi işletiyor. Ayrıca ilçede tüm belediye binalarının girişlerinde Belediyenin aylık gelir ve giderleri bir ilan biçiminde yayınlanıyor.
Bu bilgiler tek tek işletme bazında olduğu gibi toplam olarak Susurluk Belediyesinin bütçesini de görmeniz mümkün. Bu bilgiler Belediyenin web sitesinde de var. Belediye ne kazanmış bütçeyi nereye harcamış, bütçe durumu ne görebiliyorsunuz. Açık mı bütçede açık yok……
Susurluk Belediye Meclis kararlarının büyük bir kısmını imar değişiklikleri oluşturmuyor.
Türkiye’de böyle bir belediye ve başkan var mı bilmiyorum. Tıpkı José Alberto Mujica gibi bir devlet başkanı var mı onu da bilmediğimiz gibi….
Sözün özü belli Tahsin Bozoğlu bizim anlayışımız;
KÖMÜRDEN ATEŞ
ÜZÜMDEN ŞARAP
ÖPÜCÜKTEN İNSAN
yapmaktır diyor. 

16 Ekim 2012 Salı

İSTER İNAN İSTER İNANMA BİR RANDEVUM VAR ???? 21.12.2012


Tarih sanırım 2008 yaz aylarıydı. Yakın bir arkadaşım okuduğu, ilginç bir kitabı bana tavsiye etmişti. Kitabın Adı MARDUK’LA RANDEVU idi ve Burak Eldem tarafından yazılmıştı. Eve gider gitmez merakla okumaya başladım. Size kitabı anlatmayacağım dileyen okur..

Ancak anlatılanlara göre güneş sistemi Pluton ile bitmiyormuş.. Modern astronomlar 1930'lardan beri "gezegen x" kod adıyla bir gök cismi arıyorlarmış.  Ancak yerini henüz saptayamadıkları dev bir gök cismi, kuyrukluyıldızlara benzeyen eliptik yörüngesiyle belli bir zamanda dünyamızın yakınından geçiyormuş. Ve Sümerler ona "geçiş gezegeni" anlamında Nİ.Bİ.RU demişler. Babiller ise bu gök cismini güçlü tanrıları MARDUK adıyla onurlandırmışlar. Son yörünge geçişini milattan önce 1649 yılında yapan bu dev gök cismi, Thera yanardağının patlamasını da içeren bir dizi doğal afete yol açmış; aralarında "Mısır’dan Çıkışında bulunduğu mitlere esin kaynağı oluşturmuş; Yakındoğu başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde siyasi ve sosyal dengeleri altüstü etmiş.
Kısaca hatırlarsak, şu meşhur Maya takvimi ve kıyamet öyküsü Mayaların iki takvimiyle alakalı: Tzolk'in (260 günlük) ve Haab'ın (365 günlük). Kısaca anlatmak gerekirse bu iki takvim dönem dönem birbiriyle kesişiyormuş ve kesişmesi de Mayalar için pek önemli ve kutsal bir gün olarak kabul edilmiş. Ama ilginç ki takvim orada bitiyormuş? Mayaların 11 haneli sayıları da kapsayan zaman birimleri var, (1 Alautun = 23.040.000.000 gün ediyor örneğin) 2012'de neden dursunlar ki; demek ki çok kötü bir şey olacak ki durmuşlar diye yorumlayanlar var.
Zecharia Sitchin; Sümer, Akad ve Asur tabletlerinden elde ettiği bulgulara dayanıp ortaya attığı şu müthiş soru: İnsanı, maymunlar üzerinde genetik mühendislik “oynamaları” yaparak uzaylılar mı yarattılar?
Ve de, gene gelecekler mi? Yoksa, uzaylı muzaylı yok da, gelecek olan bir gezegen mi? Ve çekim alanının etkisiyle buraları duman edecek, belki de hayatı söndürecek olan “zararlı” bir gökcismi mi? Kutsal metinlerde hep “kıyamet” olarak geçen, bu mu? “Hazret-i İsa’nın ikinci gelişinden” kasıt da bu olmasın sakın…. Mitolojilerin ve dinlerin bilinen en eski köklerinde, göklerde ve yeryüzünde yaşanan gerçek doğal olayların bulunduğu düşüncesi değil mi zaten….
Bütün bunlara kesin bir kanıtta, bir yanıt da bulunamadı. Ancak, ABD ve NASA’nın bile görmezden gelemeyecekleri bir sürü soru işareti de karşımızda kapı gibi duruyor. Hatta her ikisi de bu konuda olmaz böyle şey diye açıklama yapma ihtiyacı duydular ve gazetelerde NASA son noktayı koydu diye manşetler bile attı.
İnsanlık elinden geldiğince tarihi yazdı ve yazmaya devam da ediyor. Ancak ne kadar uğraşırsak uğraşalım, “her şeyin başladığı” döneme, yani Eski Ahit’in “Başlangıçta Tanrı gökleri ve yeri yarattı” dediği noktaya dek geri gidebilen bir kronoloji oluşturmak bugün için olanaksız görünüyor.
Aslına bakılırsa somut verilerle evrenin sırrını çözmeye ve insanın bu gezegen üzerindeki varoluşuna açıklama getirmeye çalışan bilimsel yöntemleri savunanlar da var.  Bütün sorulara tepeden inme yanıtlar sunan ve sorgulama değil “biat” isteyen tektanrıcı inanç sistemini kayıtsız şartsız benimseyenler de…. Sorun tabi ki burada değil insanlar isterse bilimin yolundan gitsinler isterlerse de biat etsinler..


21 Aralık 2012’de MARDUK gelecek ve insanoğlunun yarattığı her şeyi alt üst edecek mi? En azından Maya takvimi böyle diyor. Çok az bir zaman kaldı bekleyip görelim bakalım randevuya gelen olacak mı??? 

10 Ekim 2012 Çarşamba

3 de yetmez 5 olsun, ama bakanlara da nolsun??


Başbakan epeyce bir süredir, hemen hemen katıldığı her toplantıda 'en az 3 çocuk yapın' diyor.
Hatta Dünya Kadınlar Günü’nde de bu söylemi sürdürdüğü gibi Balkan ülkeleri turunda da başka ülkelerin işlerine de karışıp onlara da 3 çocuk tavsiyesinde bulunmuştu. Ben de 3 çocuk sahibiyim ama başbakan istedi diye olmadı BİLİNSİN… Neyse derdim şu Türkiye Büyük Millet Meclisi kayıtlarına baktım.
ACABA BAKANLAR KENDİ BAŞBAKANLARINI DİNLEMİŞ Mİ DİYE?

Elde ettiğim sonuçlar ilginç; 26 kişilik kabineden 8 kişiyi saymazsak geriye kalan 18 bakanın çocuk sayısı 3 ve üzerinde hatta çocuk sayısı konusunda İçişleri Bakanı ve Sağlık Bakanı (bakın bu ilginç değil mi?) işi abartmış durumdalar. İkisinin de 6 çocuğu var. Allah bağışlasın… Ancak ilginç olan o sekiz kişi ve daha da ilginci o sekiz kişiden tek kadın olan bakanın 2 çocuğu var.
İyi de kardeşim sen niye bu insanların çocuklarına taktın demezler mi? Derler elbet hepsine ve çocuklarına uzun ve mutlu bir ömür dilerim.
Şimdi biliyorsunuz AKP kongresi yeni yapıldı ve Başbakan parti yapısında ciddi düzenlemeler gerçekleştirdi. Merakımı mazur görsün. Sorum şu acaba yeni kabine listesinde bu az sayıda çocuk sahibi olan milletvekilleri diskalifiye edilecek mi? Yani Başbakan siz az çocuk yapmışsınız biraz dinlenin ve sayıyı 3’e çıkarın der mi acaba????? Hele o hiç çocuğu olmayan Maliye Bakanı nasıl olur da para işlerini halledebilir ki… Hem zaten kürtajı da yasaklayınca bu iş mis gibin olur. 
Yoksa başka çözümler mi bulur bilemem.. Hatta dememiş miydi? "Eşim dört çocuğumun bezlerini yıkayarak büyüttü. Bezleri kaynatıp, yıkayıp kullandı, çocuklarımızı büyüttü. Eskiler çok çile çekti. Şimdikilerin işi kolay artık çamaşır makinesi var. Bir de bu zorluklara rağmen misafirini, komşusunu ağırladılar. 'Neden misafir geliyor' demediler. Artık şartlar çok kolay. Beş çocuk bile yapabilirsiniz. Erkeklerin de artık işi çok kolaylaştı." Diye…..
Başbakan’ın söylediklerinin bilimsel olmasının veya doğru ya da yanlış olmasının bir önemi yok O söyleyince gündeme şak diye oturuyor zaten. Türkiye’de ortalama aile başına çocuk sayısı yüzde 2,1’lerde. Bu arada Vladimir Putin “bedava konut+12.000 dolar para paketi” ile Rusya’da 7 ayda 123.000 çocuğun doğumuna ön ayak olmuştu. Hatta gazeteler, Putin “Rusları yatak odasına çekti” diye haber geçmişlerdi. Acaba bakanlara da bir paket çıkar mı?
Ayrıca şunu da söylemek gerek Hükümet hafta başında açıkladığı zamları yapmak yerine 3 çocuk için 3 ay su-elektrik-gaz-vb. bedava demiş olsaydı belki biz de Rusya’yı sollardık değil mi?

4 Ekim 2012 Perşembe

Akredite olmayı unutmayın ama uslu olursanız

AKREDİTASYON sözcüğü Fransızca kökenli ve yetki verilmiş, resmen tanınmış kabul edilmiş anlamına geliyor.
Ve daha da önemlisi akredite edenlerin bağımsız, tarafsız ve bilirkişi niteliğinde olması gerekiyor ki AKREDİTASYON olabilsin.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, kendi ülkesinde bir üniversitenin (Ankara Üniversitesi) Akademik Yıl Açılışına katılıyor. Tabii ekinde bir sürü bakan ve hatta bakamayan da var. Açılışta yaptığı konuşmalar ayrı bir yazı konusu olur onu bir kenara bırakalım; üstelik savaş varken onu yazmak gerekirken niye bunu yazıyorum ki.
Bu arada içerde başka bir şey dışarda başka bir şey oluyor.  Ne mi oluyor?
1. Öncelikle akredite edilen öğrenciler salona alınıyor.  Ülkemiz buna alıştı zaten AKP kongresine de bazı gazeteler benzeri biçimde AKREDİTE edilmediği için alınmamış mıydı? Bu şu demek yine devletin koymuş olduğu kurallara göre sınavına girmiş ve kazanarak üniversiteye kaydını yaptırmış, belki 1-2-3-4 ve daha çok yıldır o üniversitenin öğrencisi olan gençlerin listesini birisi veya birileri –her kimse- önüne almış ve bu gençleri AKREDİTE etmiş.
Vay vay vay… Diğerleri giremez…
2. Bu gençler koronun verdiği konseri, üniversitenin tanıtım filmini ve Başbakanın konuşmasını izleme yeterliliğine sahip değillermiş demek ki. Bu aynı zamanda geçmişi 1946’lara kadar dayanan bir Üniversite’nin doğru öğrenci yetiştiremediğini Üniversite yönetiminin ve özellikle de Rektör’ün kabul ettiği anlamına da gelmektedir. Hatta Rektör açılış konuşmasına üniversitelerde çifte standardın olmaması gerektiğini söylemiş. Ne diyelim koskoca Profesör yanlış yapacak değil ya üstelik salonda olduğuna göre AKREDİTE de edilmiş olmalı değil mi?
3. Konuşmasında Başbakan demiş ki:
"Üniversitelerde daima farklı görüşler, farklı düşünceler olabilir. Bu gayet doğaldır. Ama farklılık adına toplumun ve ülkenin gerçeklerinden de kopulmaması, sağduyunun muhafaza edilmesi büyük önem taşıyor. Ankara Üniversitesi'ni işte bu farklılık ve aykırılıkla sağduyu arasındaki dengeyi kurabilmiş eğitim kurumlarımızdan biri olarak görüyorum. İnanıyorum ki, önümüzdeki dönemde de burada ülkemiz için, milletimiz için hayırlı hizmetler, bu anlayış doğrultusunda çok daha fazla üretilmeye devam edecektir."
Yani Sayın Başbakan pat diye sorunu çözmüş. Tabi başka bir sorun da AKREDİTE öğrencilerden hiç birisi çıkıp da EY BAŞBAKAN dışarda arkadaşlarımız var onlar içeri alınmadılar, sen farklı görüş ve düşünceler olabilir derken Takiyye mi yapıyorsun dememiş AKREDİTE edilince böyle oluyor galiba??
4. Bu arada toplantıya Ankara Üniversitesi Öğrenci Konseyi Başkanı da katılmış ve AKREDİTE olduğu için Başbakan’a teşekkür etmiş ve 2071’i hedef olarak göstermiş. Ne diyelim Allah razı olsun kendisinden. Merak ettim bu konsey nasıl oluşmuş ve nasıl seçim yapılmış belli değil ayrıca bu link dışında (http://iso.ankara.edu.tr/index.php?bil=bil_icerik&icerik_id=142 ) başka bilgi bulana da aşk olsun..
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Ankara Üniversitesi'nde düzenlenen 2012-2013 akademik yıl açılış törenine katılmasını protesto eden öğrenciler alternatif açılış düzenlemişler.Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencileri, çeşitli akademisyen ve Eğitim-Sen'in katılımıyla düzenlenen alternatif açılışın başlığı ise;
 "İfade Özgürlüğü ve Üniversiteler"
Açılışta, bilimin temel koşulunun ifade özgürlüğü, ifade özgürlüğünün temelinde de demokrasinin yattığı tabi ki salonun içinden duyulmadı. Pekâlâ, bunun yerine ne oldu tabi ki AKREDİTE olamayanlara her zaman olan şey =
BİBER GAZI- GÖZALTI- POLİS JOBU ve DAYAK……
EH SİZDE AKREDİTE OLUN USLU ÇOCUK OLUN NE DİYE BAŞBAKANI KIZIDIRYORSUNUZ Kİ?????

3 Ekim 2012 Çarşamba

Kimine bitçe peki nereye bütçe???


Bütçe açığı olduğunu ileri süren hükümet zam kararlarını art arda açıkladı diyor gazeteler:
Akaryakıt
İçki
Tapu Harçları
Otomobil
Elektrik
Doğalgaz
Bu zamlar elbette ilk önce ekmeğin fiyatını yükseltecek. Ancak bu kadarla kalmaz süt ve süt ürünleri, et ve temel gıda ürünleri sıraya girecek. Ette ve sütte yüzde 15 gibi bir zam beklenirken, gıda ürünlerinde de yüzde 5 ile yüzde 15 arasında bir zam öngörülüyor. Bu durumda 75 kuruşluk ekmek 1 liradan, 1 liradan satılan ekmek 1.25 liraya satılmış olacak.
Öte yandan genel ve uluslararası duruma baktığımızda
Kişi Başına Yıllık Süt Tüketimi;
Avrupa Birliği ülkelerinde 83 litre
Amerika’da 100 litre
Türkiye’de ise 26 litre
Kişi Başına Yıllık Elektrik Enerjisi Tüketimi
Gelişmiş Ülkeler 8.900 kWh
Amerika 12.322 kWh
Türkiye 2.791 kWh
Türk-İş verilerini dikkate aldığımızda 2012 Mart ayında dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 871 YTL yoksulluk sınırı ise 2834 YTL olarak gözükmekte. TÜİK verilerine bakıldığında işsizlik oranı da 2012 yılı başından beri düzenli olarak iniş eğiliminde görülüyor. Bir evde iki kişi çalışsa iki asgari ücret bile yoksulluk sınırının altında bırakıyor insanları.
Demek ki Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayan insanlar açlar ve işsizlik de azalıyor. Yani bu şu durumu gözler önüne seriyor. İnsanlar düşük ücretle köle gibi çalıştırılıyor. İşte hükumetin kalkınma formülü, giderek Çin’e benziyoruz.
Bu açıdan;
Temel ekonomik kararların sermayenin kar beklentilerine, kendini düzenleyen piyasa mekanizmasının buyruklarına göre değil, toplumun ihtiyaçlarına göre saptandığı bir ekonomi olsa;
Ekonominin temel üretim ve yatırım kararlarında, şirket idareleri değil, halk temsilcilerinin ve emek örgütlerinin tavsiye ve kararları ile yönlenen demokratik planlama organları belirleyici olsa;
Herkes sırf bu ülkenin yurttaşı, doğal ve fiziksel kaynakların paydaşı olma kimliğiyle toplumsal refahtan pay alabilse ve bu anlamda herkese yurttaşlık geliri ödenmesi bir hak olarak kabul edilmiş olsa;
Kamu açıklarını kapatmanın yolu, KİT‘lerin tasfiyesi ile eğitim, sağlık ve diğer sosyal harcamaların özelleştirilmesi olmasa;
Tabi ki bunlar için de ülkeyi satmak yerine ülkede yaşayanların çıkarlarını düşünen bir hükümet olsa;
Yani sıradan 4 kişilik, kirada oturan ve karısı ya da kocası çalışmayan ve işçilik yapan ve de 2 çocuğunu okulda okutmak için çırpınan bir aile için büyük yıkım anlamına gelecek bu zamlar olmaz.
ve elbette bütçe açığı kapanır olur?????
Kur’an der ki: “2:75 - Şimdi bunların, size hemen inanacaklarını ümit mi ediyorsunuz? Hâlbuki bunlardan bir grup vardı ki, Allah'ın kelâmını işitirlerdi de sonra ona akılları yattığı halde bile bile onu tahrif ederlerdi.”

1 Ekim 2012 Pazartesi

Tüh Satalım Kurtulalımın RANT’a Dönüşümü


Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, kapatılan 170 askerlik şubesinden 114 tanesini okul yapılmak üzere Milli Eğitim Bakanlığına devrettiklerini ifade etti.
Yozgat’ta Askerlik Şubesinin açılış törenine katılan Milli Savunma Bakanı, yaptıkları kanun değişiklikleriyle vatandaşların bundan sonra ömründe bir defa askerlik şubesine geleceğini belirterek, "Yürürlüğe konulan Milli Savunma Bakanlığı bilgi sistemi projesiyle vatandaşlarımız askerlik şubesine gitmeden, kayıtlı oldukları askerlik şubesi dışında da askerlik şubelerinden on-line olarak istedikleri hizmeti alabilmektedir buyurdu. 
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AKP Meclis grubunda, Bakanlar Kurulu’nda kabul edilen tasarıya ilişkin bilgi vererek, 6 Temmuz 2009’dan itibaren Milli Savunma Bakanlığı Bilgi Sistemi’ni devreye aldıklarını belirtmiş.
Böylece yıllık 40 milyon TL tasarruf sağlanacağını, düzenlemeyle 1500 er ve erbaş kadrosunu da Genelkurmay Başkanlığı’na iade edeceklerini,  bundan da tasarruf sağlanacağını da söylemiş…
181 ilçedeki Askerlik Şubelerinin uygun olan binalarını da Milli Eğitim Bakanlığı’na devredeceklermiş. Şubelerin uygun olması halinde derslik, olmaması halinde kız ve öğrenci yurdu olarak kullanılmasını planlamaktalarmış. Ayrıca, temel eğitim, orta öğretim, hayat boyu eğitim, özel eğitim rehberlik hizmetleri ihtiyaçları yönüyle değerlendirilmesi, bunun mümkün olmaması halinde kız ve erkek öğrenci yurdu-pansiyonu veya milli eğitim müdürlüğü hizmet binası olarak kullanılabileceği, lojman, öğretmen evi, öğretmen lokali gibi amaçlarla kullanılmayacağı belirtilmekte..
Fikir çok güzel atıl duran KAMU KURUM ALANLARININ= (HALK) için kullanımını desteklerim. Ancak bu haberi duyduktan sonra BURSA için kısa bir araştırma yaptım. Bursa’da TSK’na ait yerler nereleri, nerede bu yerler, kapatılan askerlik şubesi var mı? Henüz net bir bilgi edinemedim. Ama bildiğim askerlik şubelerinin ve TSK’na ait yerleri gözden geçirdim. Şu dikkatimi çekti. TSK’na  yerler, özelde Bursa kenti için RANT oranı en yüksek noktalarda….
Aklıma düştü acaba bu durum tüm ülkede benzeri biçimde olmasın, olabilir diye düşündüm. Her şeyi paraya çevirmeyi hem çok iyi beceren hem de çok hızlı ve net yapan hükümet, acaba bu konuda da düşünmüş ve birilerine şu TSK’nın yerlerine bir bakın da onları da satalım demiş olabilir mi?
Olma ihtimalini olmama ihtimalinden fazla gördüğümü söyleyebilirim.  Tabi ki süreci izleyeceğiz. 2B arazileri, kentsel ve arkeolojik sitler, doğa koruma alanları derken sıra TSK’na ait alanlara da gelmiştir. Yazdıklarımı okuyanlar bu adam da çok senaryo yazıyor diyebilir. Ancak yeni senaryom şu bu adamlar, Ankara şart değil ama orada diyelim. Bir ofis tutmuşlar ve Türkiye Cumhuriyeti topraklarında;
1.     Nerelerde maden var
2.     Nerelerdeki alanları satabiliriz
3.     Nerelerin vasıflarını değiştirebiliriz
4.     Kentlerin nerelerini afet alanı ilan edebiliriz
5.     Kaç konut yaparsak TOKİ eliyle kaç para eder,
Ve daha birçok konu üzerinden ülkeyi satacak planlar yapıyor olmasınlar. Ne diyeyim mümkün mü????
Evet bence mümkün….
Her ne kadar AKP kongresi yapıldı bitti ama aslında bir adım daha atıp partinin adını da değiştirseler tam olurdu: AKDP Yani Adalet Kalkınma ve Dönüşüm Partisi yakışmaz mıydı? Ne dersiniz….

19 Eylül 2012 Çarşamba

AFET mi AFFET mi? Yoksa İFFET mi?


Aslına bakarsanız epeyce düşündüm, yazmalı mıyım kararını vermeden önce hükümet kentsel dönüşüm için bir dizi yasal düzenleme yaptı.
Bunların başında Yeni Afet Yasası geliyor. Yeni yasa depreme dayanıksız olan yapıları riskli yapı ve deprem tehdidi altındaki bölgeleri de riskli bölgeler olarak belirleyerek hükümete yasa gücüyle kentsel dönüşüm yapma imkânı verdi.  
Kentsel dönüşümde belediyeleri de önemli ölçüde devre dışı bırakıp, tüm yetkileri TOKİ(doğrudan Başbakanlığa bağlı), Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Bakanlar Kurulu’na veren düzenlemeler yapıldı.
Artık yasaya göre, devlet 3 tanesi bakanlık yetkililerinden ve 4 tanesi ise bakanlığın üniversitelerden talep edeceği 7 kişilik bir kurulun kararıyla kentlerdeki riskli bölgeleri belirleyebilecektir. Riskli olarak belirlenen binalar ve bölgeler yıkılacak ve TOKİ aracılığıyla afetlere dayanıklı kentsel projeler hayata geçirilecektir.
Pekâlâ, bakanlık hangi yetkileri ele aldı. Yine yasaya göre hükümet planlama, projelendirme, arazi ve arsa düzenleme, toplulaştırma yapabilir. Riskli olduğu düşünülen alanlarda bulunan taşınmazları alabilir, satabilir, dönüştürebilir, yeniden yerleştirme ve yıkma ya da ön alım hakkını kullanmaya karar verebilir, trampa, taşınmaz mülkiyetini veya imar haklarını -başka bir alana aktarmaya karar verebilir.
Hükümet bir inşaat firması gibi çalışıp inşaat yapabilir, yaptırabilir, kimseye sormadan arsa paylarını belirleyebilir ve belki de en önemlisi kent tasarımları hazırlama konularında yetkilidir.  Elbette hükümet bunları yapabilmek için bu planları engelleyen ve sınırlayıcı hükümler içeren çok sayıda yasayı da devre dışı bırakmış durumdadır. Öte yandan aynı hükumet ACELE KAMULAŞTIRMA adı altında yine temel yurttaşlık haklarını yok sayarak faaliyete geçmiştir ki bu ayrı bir yazı konusu olmaya adaydır.
Hükumet Afet riskli bölgelerde, meralarda, kıyılarda, nehir boylarında, boğaz içlerinde, orman vasfını yitirmiş arazilerde, yerleşim yerlerinde, kültür ve tabiat varlıklarının bulunduğu alanlarda, tarım arazilerinde, zeytinliklerde ve de diğer özel alanlarda projeler yapabilir duruma gelmiştir.
Bunu alt alta yazdığınızda Türkiye Cumhuriyeti topraklarında geriye ne kalıyor ona da siz karar verin. Yani uzun lafın kısası bu Muhafazakâr Müslüman Liberaller ülkeyi parsel parsel satacaklar.
 İşin asıl önemli kısmı ise yurttaşlar açısından ortaya çıkacak sorunlar mesela neler????
Bu yeni düzenlemeler ile yurttaşlar yıkımı engelleyemiyor. Afet riski nedeniyle yıkım kararı verilen bölgede mülk sahiplerinin bu karara itiraz etme hakları yok. Çünkü yeni yasada yürütmeyi durdurma başvurusunu engelleyen hükümler de var. Yurttaşa tek hak tanınmış arazi ya da mülk bedeli üzerinden dava açıp fiyat yükseltme şansı olacakmış…
Böyle bir durumda yurttaşlar yıkım masraflarını kendileri karşılayacaklar. Devlet mülk sahipleri ile ilk önce anlaşma/uzlaşma yoluna gidecekmiş. Eğer anlaşma sağlanamazsa yıkım kararı uygulanacak ve yurttaş yıkımı 60 gün içinde yaptırmazsa, yıkımı bakanlık yapıyor ve masraflarını vatandaştan alacakmış. Afet açısından riskli ilan edilen bölgedeki binaların kullanımı yasaklanıyor,  yıkım kararı verilen bölgelerdeki binaların mülk sahipleri binaların satışını yapamadığı gibi kiraya da veremiyorlar. Ayrıca bu binaların su, elektrik ve doğalgaz abonelikleri iptal ediliyor. Tapulara da ipotek konuluyor. Hani, Mahkemelerde yargıçların oturduğu masanın ardında “ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR”  yazar ya adalette koruyamıyor artık yurttaşı……
Ayrıca yeni binalar ve SİT alanları bile afet yasası kapsamına alınıyor. Yasa bölgesel bütünlük açısından riskli bölgelerde bulunan depreme dayanıklı olan binalarla ilgili yıkım kararı verebiliyor. Riskli bölgede SİT alanları (Kültür bakanlığının izniyle) ve kamu binaları da yeni Afet yasasıyla yıkılabiliyor.  Yani bunun Türkçesi şu M.Ö. 10. yüzyılda Akalar tarafından kurulmuş Aspendos’u,  Cilalı Taş Devrinden kalma M.Ö. 6000 yıllarına dayanan Efes’i, binlerce yıllık  Nemrut’u (Kommagene) ve daha binlercesini sayabileceğim tarihi yıkma hakkı…….
Tabi ki iş bununla da kalmıyor bir belediye isen kentsel dönüşüm projeleri yapabilirsin, ancak bu projeleri ilk önce Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve sonrasında Bakanlar Kurulu onaylamak zorundadır. Dolayısıyla Belediyeler bypass ediliyor.
Yapılanların yurttaşlar üzerindeki etkileri bununla sınırlı kalmayacak kentsel dönüşüm denen şey; kenti sadece fiziksel bir mekâna dönüştürmüş olacaktır. Kentsel dönüşüm projeleri ile kent estetiğinden ve kentteki mevcut mimarı yapıdan kopuk,  kentin kimliğini, karakterini ve ruhunu yansıtmayan, farklı toplumsal grupların ihtiyaçlarını dikkate almayan, zenginle yoksulu birbirlerinden ayrıştıran ve yoksulları kentin cazibe alanlarından uzaklaştırmayı hedefleyen ve zaten sosyal, ekonomik ve çevresel faktörler göz ardı edilmiş bir çalışmadır bu.
Söz konusu yasal düzenlemeler demokratik zeminde yapılmış çalışmalar değildir. Hatta bu konu hakkında AKP milletvekillerinin bile yeterince bilgi sahibi olmadığı, konun içeriğinden bihaber oldukları görülmektedir. Kendi milletvekillerinin bile yeterince bilgi sahibi olmadıkları bu konuda yurttaş ne yapsın.
Yapacak bir şey var tabi ki bu hükumetin çıkardığı yasaları önce yargıya sonra anayasa mahkemesine ve daha sonrada AHİM’e götürmek gerek.
AFET’i, AFFETmek yerine bunları İFFET’e çağırmak gerek.
Çünkü İFFET: "İnsanın arzularını, tutkularını aklının ve inancının kontrolünde tutarak, Allah ve insanlar nezdinde kendisini küçük düşürecek davranışlardan sakınmasını sağlayan bir erdem" anlamındaki iffet kavramının Kur'ân-ı Kerîm'de, "hayâ, vakar, kişinin kendi şahsiyet ve onurunu koruması" şeklinde yorumlanabilecek bir konumda kullanıldığı görülmektedir (el-Bakara 2/273). Diğer bazı âyetlerde ise "insanın, kendisine ait olmayan bir mala el uzatmaması" (en-Nisâ 4/6), "edepli ve hayâlı olması" (en-Nûr 24/33, 60) anlamında kullanılmıştır. 

5 Eylül 2012 Çarşamba

4+4+4 = Kaç eder???


AKP hükümeti bir adım daha atarak Muhafazakâr Müslüman Liberaller olarak ülkedeki eğitim alt yapısını değiştirmeye çalışıyor.
Son günlerde gündemdeki önemli konu güneydoğudaki savaş olduğundan az bir kısım insan savaş kadar önemli olabilecek bu eğitim düzeni değişikliğini de konuşuyor. Ama sadece konuşuyor.
Gelen düzenlemeyi herkes biliyor mu?
Milli Eğitim Bakanlığı, zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran kanunun uygulanmasına ilişkin kamuoyunda merak edilen soruları yanıtlamak için ''4+4+4 kitapçığı'' hazırladı. Bakanlığın 'www.meb.gov.tr' internet adresinde yayımlanan kitapçıkta, yaşla, okul öncesi eğitimle, mesleki ve teknik eğitime yönlendirmeyle, müfredatla, seçmeli derslerle ve öğretmenlerle ilgili pek çok konuda soru-cevap şeklinde bilgi veriliyor.
Bu bilgilere bakınca;
30 Eylül 2012 tarihi itibarıyla 5 yaşını tamamlayacak çocuklar, ilkokul 1. sınıf öğrencisi olarak kayıt yaptıracakmış. 61-66 ay arasındaki çocuklar da velisinin yazılı isteği üzerine ilkokul eğitimine başlayabilecekmiş Tabi bu çocuklar Başbakanın dediği gibi GERİ ZEKÂLI değilse…
SBS ve özel yetenek sınavı sonuçlarına göre öğrenci alan ortaöğretim kurumlarından herhangi birine yerleşemeyen öğrenciler ile bu sınava katılmayan öğrencilerin tamamı tercihleri ve kapasite imkânları çerçevesinde genel liselere, imam hatip liselerine, mesleki ve teknik liselere kayıt yaptırmaları sağlanacakmış. Pekâlâ, bu tercihleri ve kapasite olanaklarını kim ve hangi bilimsel disiplinle inceleyecekmiş???? 
Efendim, genel ortaokullar ile imam hatip ortaokullarında okutulacak zorunlu dersler ile isteğe bağlı seçmeli olan Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamberin Hayatı derslerinde herhangi bir fark olmayacak biçimde düzenleniyormuş ve bu yeni sistemde ilkokullarda seçmeli ders uygulaması olmayacakmış. Ama Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi ilkokul 4. sınıftan itibaren okutulacak ve ders saatleri de artırılacakmış.
Az kalsın unutuyordum; sadece ders sırasında olmak üzere imam hatip okullarında kız öğrenciler isterlerse başörtülü Kur'an-ı Kerim Dersi okuyabilecekmiş ve İmam hatip okulları dışındaki okullarda da yine aynı şekilde o derse mahsus olmak üzere başörtülü olarak ders yapılabilecekmiş.
Uyum ve hazırlık çalışmalarını içeren Öğretmen Kitabı'nın giriş bölümünde, okuma ve yazmayı yalnızca okul başarısını etkileyen bir unsur olarak görmemek gerektiği, çünkü okuma yazmanın hayat boyu devam eden bir süreç olduğu belirtiliyor.
Bu hayat boyu sürecek olan sistemde Kur’an-ı Kerim, Hz. Muhammed’in hayatı ve temel dini bilgiler de öğretilecek ama ilköğretimde ilk yıl sadece A ve E öğrenen çocuklar, peygamberin hayatını şıp diye bir kerede anlayabileceklermiş.
Çünkü A ve E’yi birinci sınıfta, hadi diyelim ki B C D’yi 2. Sınıfta F G H’yi 3 sınıfta öğrendiklerinde 4. Sınıfta bu çocuklardan hiç birisi doğru dürüst Kur’an-ı Kerim veya Hz. Muhammed bile yazamayacaklar ki ama yazmaları önemli değil kulaktan duysunlar öğrenirler.
Burada sadece ideolojik olarak AKP hükümetinin siyasal İslam’ı yaymak için uğraştığını düşünmek abesle iştigal etmek olacak. Çünkü bu muhafazakâr Müslüman liberaller için bunun kadar önemli diğer bir konu da PARA. Yani o para kimin cebine gidecek? 
Geçenlerde gazete askerlik şubelerinin işlevini yitirdiği ve bu nedenle 114 tane askerlik şubesinin kaldırılarak söz konusu askeri alanların Milli Eğitim’e devrinin yapılacağını okumuştum. Bu kararla hükümetimiz ne kadar iyi bir iş yapıyor ve okul sayısını arttırmak istiyor. Yoksa bu araziler yakında Başbakanlığa bağlı TOKİ’ye gitmesin. Zaten TOKİ yapar kazandığımız para ile de okul açarız ne olur ki….
Yukarıdaki tablo aslında bize ne olduğumuzu veya ne olmadığımızı gösteriyor. Okuldan çok camisi, 61.000 kişiye 1 hastane düşerken 911 kişiye bir cami düşen, 1435 kütüphanesi olan doktor sayısı dünyanın birçok ülkesinden daha az olan yani yurttaşının en temel haklarına değer vermek yerine başka işlerle uğraşan bir ülkeyiz.
Son söz şu olsun. Ben kişisel olarak din eğitimi verilmesine karşıyım. Ancak bunu bir şartla kabul edebileceğimi de belirteyim. Tek bir şartım var;
DİĞER TÜM İNANÇLAR, SEMAVİ OLANLAR VE OLMAYANLARDA DÂHİL ÇOCUKLARA EŞİT BİÇİMDE ÖĞRETİLİRSE, İSLAMIN PEYGAMBERİ KADAR, İSA’NIN, MUSA’NIN, BUDA’NIN DA HAYATI ÖĞRETİLİRSE VE TABİ Kİ DİN ADINA YAPILANLARDA GÖSTERİLECEKSE,
İlk imzayı da ben atayım… 

18 Ağustos 2012 Cumartesi

SAVAŞA EVET!!!!!!!!


Dostum ve arkadaşım Bülent Aslanhan yine yazmış ki;
 SAVAŞA HİÇ GEREK YOK
Söylenecek ilk söz hadi canım sen de….
Neden: Dünya tarihi savaşların tarihidir ve hiçbir zaman barışın tarihi olmamıştır. Öte yandan tarafı olmayanın tarihte de yeri olmaz,  SAVAŞ olmazsa BARIŞ da olmaz. Savaş olmalı ki barış da olabilsin.  Diyeceksiniz ki her savaş ölümdür yıkımdır kıyımdır. Savaşta insanlar ölür. Barışta ölecek halleri yok ya. Savaşı insanlar ister, amaç hükmetmektir. İnsanlar deyince şirket sahipleri, patronlar, ülkeleri yönetenler insan değil mi yahu. Onlar istiyor savaş oluyor ne var ki bunda. Yok, efendim Akçakale’de 4 çocuk ve anneleri ölmüşmüş Allah’tandır.  Olur, böyle şeyler…
İnsanlık Savaş Tarihi:
İ.Ö. 1700 Avrasya Bozkırından gelenler Atlantik kıyılarını işgal etti.
İ.Ö.  700 Orta Asya ve Güney Rusya’dan göçen İskitler, Ukrayna’yı ele geçirdi.
İ.Ö. 330 Pers İmparatorluğu Makedonlar tarafından yıkıldı.
İ.Ö.  320 Büyük İskender İndüs Vadisini kuşattı. 
İ.Ö. 146 Roma Makedonya ve Yunanistan’ı fethetti.
İ.Ö.  30 Roma Mısır’ı fethetti.
İ.S. 193 Roma Barışı savaşla yıkıldı.
İ.S. 372 Hunlar Güney Rusya’yı işgal etti.
İ.S. 378 – 511 Roma İmparatorluğu’nun yıkılışı
İ.S. 410 Vizigotlar Roma kentini yağmaladı ve İspanya’da krallık ilan etti.
İ.S. 568 Cermen asıllı Lombartlar Bizanslıları İtalya’dan çıkardı.
İ.S. 572 Türk İmparatorluğu hanedan kavgalarından ikiye bölündü.
İ.S. 622 Mekke’den göç ve savaş
İ.S. 636 Arap Ordusu Bizans’ı Suriye ve Filistin’den çıkardı.
İ.S. 641 Arap Ordusu Mezopotamya’yı ele geçirdi.
İ.S. 642 Arap Ordusu Mısır’ı ele geçirdi.
İ.S. 651 Arap Ordusu İran’ı ele geçirdi.
İ.S. 711-715 Müslümanlar Kuzey Afrika ve İspanya’yı ele geçirdi.
Bu liste böyle uzar gider ve 1900’lere gelindiğinde
İ.S. 1900 Batı orduları Pekin’i ele geçirdi.
İ.S. 1904-1905 Rus- Japon Savaşı
İ.S. 1910 Japonlar Kore’yi ele geçirdi.
İ.S. 1912 Çin Cumhuriyeti Mançu hanedanını yıkarak ortaya çıktı.
İ.S. 1912-1913 Balkan Savaşları
İ.S. 1914 – 1919 Birinci Dünya Savaşı
İ.S. 1918-1920 Rusya İç Savaşı
İ.S. 1922 İtalyan Faşizmini iktidara getiren darbe
İ.S. 1925 Suud’un Arabistan Yarımadasını ele geçirmesi
İ.S. 1931 Japonya Mançurya’yı istila etti.
İ.S. 1933 Hitler ve Alman Faşizminin İktidara gelişi
İ.S. 1930 -1945 İkinci Dünya Savaşı
İ.S. 1945 Hiroşima ve Nagazaki’ye Atom Bombası atılması
Daha devam edeyim mi????
 Savaş insanoğlunun tarihinde hep olmuş ve bundan sonra da hep olacak. Savaşların çok nedeni yok tek nedeni var İKTİDAR ve GÜÇ…
Kimler iktidarı istiyor ve güçleri varsa diğerlerini hemen çoğu kez tamamen EKONOMİK nedenlerle yok etmişler.
Hem ne önemi var ki üç beş ölünün değil mi ama. İş başka proje başka; bak bu proje gerçekleşsin, kalanlar, yani ölmeyenler yani kalabilenler ne mutlu ve müreffeh yaşayacaklarmış. Ne der Kur’an’ı Kerim: “2:216 -Savaş size farz kılındı, gerçi o size hoş gelmez. Olabilir ki siz, bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa ki o sizin için bir hayırdır. Yine olabilir ki, siz bir şeyi seversiniz, oysa ki o sizin için bir kötülüktür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”
Dolayısıyla Bülent kardeşim, sen bilemezsin, Başbakan’ın sabrını sınayamazsın. Bu savaşın da bu ölümlerin de hepsinde bir plan var. Ayrıca senin ülkende bir çok sorun dert ve savaş da varken, MEVLÂNA Celâleddin-i Rûmî  der ki
“Komşularından av kapmak, aslanlara göre ayıptır, köpeklere göre değil”
Ey dünyanın halkları bunu görmeden ve bu mezalime baş eğmeden yaşamak istiyor musunuz, yoksa ölülerinizin yasını mı tutacaksınız. Bir karar verin…
Savaş’a evet diye başlayıp da bu son cümleyi neden yazdın derseniz. İçim elvermedi kardeşlerim, başkalarının kazançları için taşeronluk yapanlara çocukların ölümlerine, annelerin, babaların ağlamalarına…   

Savaşa hayır, barış hemen şimdi