13 Eylül 2008 Cumartesi

AKLIMIZIN İZİNİ TAKİP EDELİM PARMAK İZLERİNİ DEĞİL….


Dün 12 Eylül darbesinin 28. Yılını idrak ettik. 12 Eylül büyük bir silindir gibi üzerimizden geçmesinin yanında, Anadolu topraklarında bir çok şeyi neredeyse tersinmez biçimde değiştirmiş gibi görünmekte. Hala 12 Eylül’ü yapan cuntacılarla hesaplaşıp, onları yargılayıp, komşumuz Yunanlılar gibi hapiste ölümlerini görmedik.Darbelerle ilgili olarak Yunanistan’dan ithal ettiğimiz konuğumuz gibi darbe yapmaya yeltenenleri akıl sağlığı yerinde olmayanlardan saymıyoruz, bir bölüm insan bu kişileri halihazırda yüceltmekte ve çeşitli sivil toplum örgütlerine başkan bile yapmaktadır.
Bir yandan 12 Eylül yıldönümü bize bunları düşündürürken diğer yandan Trabzon’da olan ve hemen tüm gazetelere yansıyan başka bir haber dikkat çekti. Yurttaşlar, Toplum Destekli Polis tarafından açılan gönüllü parmak izi bürosunun önünde kuyruklar oluşturmuşlar. Gönüllü olarak kendi bilgilerini ve parmak izlerini elektronik sisteme vermek için izdiham yaratmışlar.
Hala anlamayan ve çok merak eden varsa işte size 12 Eylül’ün toplumsal sonuçları…  
ABD’de 1980’li yılların ortalarından itibaren profesyonel polislik yerini toplum destekli polislik uygulamalarına terk etmeye başlamış. Ülkemizde bu çalışmayı yürütenler “Problem çözmeye odaklanmak suretiyle sorumluluk ve etkinliği geliştirmeyi hedefleyen, müşteri odaklı hizmet sunma felsefesi, önleme, problem-çözme, toplumla işbirliği ve ortak çalışmalar gibi faaliyetlerin yanı sıra, geleneksel kolluk uygulamaları özelliklerini de kapsayan polisiye servislerin sunulması suretiyle suç ve sosyal düzensizliğe odaklanan bir felsefe, bir bölgeye atanan ve o bölge sakinleri ve o bölgede çalışan ve yaşayan esnaflar ile birlikte çalışmayı, onlarla buluşmayı kapsayan polislik metodu olarak  tanımlamaktadırlar. 
“Müşteri odaklı bu felsefe” hepinize tanıdık geliyor değil mi?
Toplum destekli polis çalışması, pilot olarak çeşitli illerde üstüne üstlük AB kaynaklı bir finansman yöntemi ile örgütlenmekte ve yürütülmektedir.  Hemen tümü yüksek öğrenim görmüş, motorize haldeki ekipler, bu kentlerde ya kapınızı çalmakta, ya sitelerde okullarda toplantılar düzenlemekte ve etkinliklerini gün geçtikçe arttırmaktadırlar. Elbette ülkenin kolluk güçleri kendince uygun gördüğü yöntem ve alanlarda faaliyetlerini yasal mevzuat çerçevesinde yürütebilir.
Burada asıl sorgulanması gereken, yurttaşların kendi ayakları ile giderek kişisel bilgilerini- ki parmak izi çok önemli bir kişisel bilgidir- vermeleridir. 12 Eylül’ün üzerinden henüz birkaç yıl geçmiş olduğu günlerde İstanbul’da Nazi kıyafeti giyerek yurttaşlara kimlik soran ve onları yere yatırarak üstlerini arayan, durdurduklarına topluca ve saçma hareketler yapmalarını emrederek bunları yaptıran tiyatrocuları hatırlayalım. O zaman Nokta Dergisi’ne kapak olan bu ironik faaliyet üzerinde çok yazılıp çizilmişti.
Aradan geçen 30 yıla yakın süre o günkü ironik faaliyetin, nasıl bu gün parmak izi olayıyla genlerimize kadar işlediğini ortaya koyan önemli bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.

Yurttaşlık haklarını bilmeyen, en basit doğrular ile yanlışları birbirinden ayıramayan ve yaşadığı dünyaya hükmetmek için müdahale etmeyen bir ülke yaratan 12 Eylül, ikiz kulelere çarpan uçakların yarattığı ve ABD’yi yönetenlerin mal bulmuş mağribi gibi üzerine çullandıkları yeni güvenlik anlayışının yansımaları bu durumu giderek güçlendirmiş, özel yaşamın mahremiyetine yönelik ve insan hakkı ihlali bile sayılabilecek uygulamalar sıradan işlemlere dönüşmüş durumdadır. 
Aklın egemenliği yerini güvenliğin barbarlığına bırakmış durumdadır. Trabzon’da rahip cinayetleri ve Hırant DİNK’in cinayetini ört bas etmek olarak kendini belli eden ve bir çok yazar-çizer-sanayici meşhurun Trabzon’u seviyoruz, kenti kirletmeyin nidaları da yakın geçmişin unutulmuş gazete sayfalarını süslüyor. Hatta gazete kağıtları henüz sararmadı bile…
Yine yakın geçmişte bir koyun sürüsü önde giden koyunun ardından kendini uçurumdan ölüme atmıştı. Gazeteler bunu alay konusu yapmışlar ve kendimize hiç ders çıkarmaya çalışmamıştık.
12 Eylül geçeli çok oldu değil mi?
1990’da doğan oğlum hala bana soruyor:
O günlerde olanlarla ilgili öğrendiklerim gerçek mi baba diye….
Sizce ona ne söylemek gerek. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder